Abdulbaki Arif [ö. 1125-1713] İstanbullu olan hattat, devletin yüksek makamlarında bulunmuş, “Kazaskerlik” rütbesine ulaşmış bilgin ve şa...

Abdulbaki Arif [ö. 1125-1713]
İstanbullu olan hattat, devletin yüksek makamlarında bulunmuş, “Kazaskerlik” rütbesine ulaşmış bilgin ve şair bir kişidir. Tuhfe-i Hattatin’e göre nesta’lik’te hocası Mehemmed-i Tebrizi’dir ki bunun ne derece doğru olduğunu bilmiyoruz. Devhatu’l-Küttab’da onun önceleri Siyahi Ahmed Efendi ile yazı hakkında müzakerelerde bulunduğu, sonra Mir Aliyy-i Herevi ile İmad’ın yazılarını elde edip onları inceleyerek ilerleme kaydettiği, çok güzel yazdığını hatta kendisine nesta’lik’in ikinci kurucusu dense yerinde olacağı bildirilir.

Abdulfettah Efendi [1230-1314 / 1814-1896]
Aklâm-ı sitte’de, celî’de hayatının ilk ve orta devresinde Mahmud Celâleddin Efendi’nin yolunu takip etti. Son devresinde de takriben 1300/1882’den sonra Mustafa Râkım Efendi Ekolü’ne dönen ve onun derecesinde celî sülüs yazan Abdülfettah Efendi’nin eserlerine çokça rastlanır. 1270/1854’te Bursa’da meydana gelen deprem neticesinde Ulu Câmii’nin harap olan yazılarının tamiri için Mehmed Şefik ile birlikte zamanın padişahı Abdülmecid tarafından görevlendirildi. İstanbul’da Süleymaniye Câmii’nde harap olan yazıları da eski üslûplarına uygun olarak yazması emrolununca geniş bir odaya ihtiyaç duyan hattata padişah bir ev tahsis etti. Devrinin birçok resmî yapılarının kitâbelerini de yazan hattatın önemli eserlerinden biri de Bâb-ı Hümâyûn’un üstündeki kitâbeleridir. (Bunlardan Topkapı Sarayı tarafında olanı, Ayasofya tarafındaki Ali b. Yahyâ Sûfî’nin yazdığı müsennâ tarzdaki “İnne’l-müttekîne..” ayetinin aynıdır. Hattatın Bayezid Câmii’ndeki iki levhası aynen Râkımâne’dir. Buna mukâbil aynı câminin iki yan kapısı üstündeki celî sülüsler ise Mahmud Celâleddin Ekolü tarzındadır. Bunda Mahmud Celâleddin Ekolü’nü beğenen Sultan Abdülmecid’in etkisi olmuştur. Bursa Ulu Câmii’nin iki iç yan kapısı üstündeki nesta’lîk levhalarında görüldüğü gibi bazen Îran üslûbu nesta’lîk’i kullandığı da olan hattatın eserlerinin bulunduğu yerler şunlardır:
Süleymâniye, Bayezid, Aksaray Vâlide, Yıldız Hamidiye, Ertuğrul câmileri, Fâtih Türbesi, Bâb-ı Hümayûn, Beylerbeyi Sarayı, Kastamonu (Şâbân-ı Velî Türbesi). Ayrıca Edirne’de Taşlık Câmii ile Alemdar Câmii’nde de yazıları bulunmaktaydı. Bu câmiler yıktırıldığı sırada yalnız 1302 tarihli çehâryârlar Edirne Müzesi’ne kaldırılmıştır. Şam ve Girit’te de eserleri olan hattatın Bursa Ulu Câmii’de çift “Allah Hû” yu yazmak için ağaçtan yaptığı iri yazı kalemi günümüzde aynı levhanın yanında asılı bulunmaktadır. Sülüs yazıda Hâfız Osman Ekolü’ne bağlı olan Abdülfettah Efendi’nin Beylerbeyi Sarayı’ndaki nesta’lik yazıları güzel ise de Yesârizâde ayarında değildir.

Abdullah İbrahim Rodosizade [ö. 1705]
Hafız Osman’dan Edirne’de yazı öğrenen Edirnelilerdendir. Silsile teşkil edecek talebesi yoktur. Esasen sonradan İstanbul’a gelerek kadılık vazifesinde bulunmuş ve 1705′te vefat etmiştir.

Abdullah Kırımi [ö. 959-1591]
Kırım'dan geldiği için “Tatar” lakabıyla anılır. Aklam-ı sitte'yi Şeyh Hamdullah'ın torunu Derviş Mehmed'den öğrendi. Abdullah Kırımî, aynı zamanda yazı ile birlikte musikî ile de meşgul oldu; tanbur çalmasını öğrendi. Yetenekli bir hattattı. Halen İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'nde A.6763 numarada kayıtlı metni yarıda kalmış ve baki kısmı öğrencisi Emrullah Efendi'nin tamamladığı En'am buna en güzel örnektir. Kötü niyetli birinin kendisine yeni bir üslûp bulmasını tavsiye etmesi üzerine eski ustaların eserlerini de tetkik etmesine rağmen, sülüs ve nesih yazılarında giriştiği teşebbüste maalesef başarılı olamadı. Devhatu'l Küttâb adlı eserin müellifi Suyolcuzâde, onun hakkında eğer Şeyh Hamdullah'ın yolunda yürüseydi, o yolun en büyük hattatı olacağını kaydeder.
Kaynaklara göre bir gece rüyasında öleceğini görünce sur dışında Emir Buharî Türbesi civarında mezarını hazırlattı. Mezartaşını da yazdı. Tarih yerine de 99 rakamını koydu ve üçüncü rakamın yerini boş bıraktı. Öğrencilerinden biri sebebini sorunca da öğrencilerim içinden 9 yazacak biri bulunur, diye cevap verdi. Hakikaten de 999 hicride vefat etti. Bu taş halen Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nde bulunmaktadır. Ecelinin yakın olduğunu anlayınca tanburunu kıran bu ünlü hattat, Şeyh Hamdullah ekolüne bağlıdır. Vefat tarihindeki son 9 rakamı hakikaten hocasınınkinden farklıcadır.

Abdullah Muhsinzade [1248-1312 / 1832-1894]
II. Abdülhamid'in Istabl-ı Amire Müdürü Mehmed Bey'in oğlu, Damat Mahmud Paşa'nın torunu olan Abdullah, Kazasker Mustafa İzzet Efendi'nin aklam-ı sitte'de seçkin çıraklarındandır. Beşiktaş'ta Kapı Ağası Mektebi hocası Hafız Mehmed'den ilk yazı derslerini ve icazet aldıktan sonra Kazasker'e devam etti. Şefik Bey ile beraber onun yanında bulundu. Bayezid'de Menşe-i Küttâb-ı Askeriye'de hat hocası olan Şevki Efendi'nin ölümü üzerine 1294/1877'de onun yerine hat hocası oldu. Bu arada II. Abdülhamid, kendisine Reis'ü-l Hattâtîn (Hattatların Reisi) unvanını tevcih etti.
Aklam-ı sitte'de Hafız Osman'a (yani klasik yola) benzerlik gösterdiği, elinde bulunan bir Hafız Osman murakkaına bakarak yazdığı yazılar arasındaki benzerlikten anlaşılmaktadır. Celî yazıda ne hocası Kazasker'e ne de başka bir ekol sahibi olan Mahmud Celaleddin'e benzer. Çoğunlukla her celîde hocasının yolundadır. En büyük meziyeti Türkçe kelimeleri satıra oturtma kudreti ve ustalığıdır. Bu noktada bütün hattatların üstündedir. Türkçe kelimeler genellikle satırların üst ve alt mıstar'ını doldurmadığından diğer hattatlar bu hususta başarı gösterememişlerdir.
Sultanhamamı'nda Hacı Köçek Camii'nin dış kapısı üstündeki ile kapıya bitişik çeşme üstündeki manzum kitabe onun eseridir. Hocası Kazasker'in mezar taşı da onundur. TSMK.'de N: G.Y. 1328'de bir levhası vardır.

Abdullah Zühdi [ö. 1296-1879]
Kazasker’in ünlü bir çırağı olan sanatkar, celi sülüs yazılarında da üstün bir kabiliyete sahiptir. Zamanın padişahı Sultan Abdülmecid, Medine’de Hz. Peygamberin mescidini güzel yazılarla donatmak istedi. Hattatlardan aldığı yazı örnekleri içinde en çok Abdullah Zühdi’ninkileri beğenince onu 1273-1274/1857’de Medine’de Harem-i Şerif’in yazılarını yazmakla görevlendirerek, kendisine ömür boyu 7500 kuruş maaş bağladı. Bu tarihte genç olan Abdullah Zühdi, devrin meşhur hattatlarından Abdülfettah Efendi’nin tenkitlerine uğradığı; hatta “Ben varken böyle bir çocuk memur edilir mi?” dediği rivayet edilir. Hemen söyleyelim ki her iki sanatkar da hat bakımından üstün kişilerdir. Fakat anlaşılan şu ki kendisi de hattat olan padişah, Abdullah Zühdi’nin şivesini ruhuna daha yakın görmüştür. Kendisine üçüncü rütbeden “Mecidi” nişanı verilen hattat, yardımcıları hattat Çömezzade Muhsin, Müzehhip Hacı Hüseyin ve öğrencisi Hacı Ahmet ile birlikte Medine’ye gitti. Yedi yıl kadar orada kalarak Hz. Peygamber’in mescidinin kubbe kasnaklarına, duvarlarına kuşak halinde celi sülüs yazıyla ayetler, hadisler ve Peygamberlerle alakalı kasideler yazdı. Büyük bir kısmı hala yerinde duran bu yazıların tek bir mekan içinde tamamının uzunluğu 2000 metreden fazla yer tutar. Herhalde tek binada bu kadar çok yazısı olan başka bir hattat yoktur. Kendisi aynı zamanda ressam olduğu için yazılarında çok güzel istifler (kompozisyon) yapmışsa da kelimelerin sırasına fazla riayet edemediği için yazdığı yazıları okumak bazen çok zordur.
Abdullah Zühdi, yazıları bitirmek üzereyken Sultan Abdülmecid ölmüş yerine geçen Sultan Abdülaziz [sl. 1278-1293/1861-1876] zamanında hem yazı işleri durmuş hem de maaşları kesilmişti. İşlerini halletmek için İstanbul’a gelen hattat gerekli tahsisatı elde edemeyince tekrar Medine’ye dönerek tamir işlerini halktan toplanan yardım paralarıyla sona erdirdi. Buradan Kahire’ye geçti. Kahire’de Hidiv İsmail Paşa ile tanıştı ve onun iltifatlarına nail oldu. “Mısır Hattatı” ünvanını alarak orada vazife yaptı. Resmi dairelere, banknot vesair işler için yazılar ve cami levhaları yazdı. Okullarda yazı dersleri verdi. Mısır’da hattın ilerlemesine vesile olduğu gibi birçok da hattat yetiştiren Abdullah Zühdi 1879’da Kahire’de öldü. Mezarı İmam Şafii civarındadır.

Abdülkadir Bey [1199-1262 / 1785-1845]
Rumeli Kazaskerlerinden Ekrem Bey’in oğlu olan Abdülkadir Bey, devrin klasik bilgilerini okuduktan sonra medrese de müderris, daha sonra da 1822’de Eyüp mollası (büyük rütbeli kadı) oldu. Mekke kadılığında 1829’da, Anadolu sadareti (sadrazamlık) payesi, yani rütbesiyle Rusya ile yapılan anlaşmada hazır bulundu. 1837’de Meclis-i Vala (hukuk işlerinin görüşüldüğü meclis) müftülüğü makamında vazife yaptı.
Abdülkadir Bey’in kudretli bir ta’lik hattatı olduğu İnal’ın Son Hattatlar adlı eserinde neşredilen hilyesinden anlaşılmaktadır.

Ahmed bin Pir Mehmed bin Şükrullah [ö. 989-1581?]
Meşhur hattat Şükrullah Halife'nin oğlu Pîr Mehmed'in oğlu olan hattat, Şeyh Hamdullah'ın torununun oğludur. İstanbul'da doğmuştur. Aklam-ı Sitte'yi babasından öğrendi ve icazetname aldı. Suyolcuzâde, Devhatul-küttâb, adlı eserinde, Şeyh yolunda yazdığı 980/1582 tarihli bir Kur'an'ını gördüğünü bildirir.

Ahmed Dede (Şugli)
1659 yılında doğmuştur. Bir hastalık sonucunda elinin ve ayağının birini kullanamaz olmuş iken yazıya başlamış ve 1679'da Kevkeb Mehmed Efendi'den icazet almıştır. Edirne Hattatları arasında önemli yeri olan Şugli’nin sekiz talebesi bilinmektedir. Aynı zamanda Bektaşi şairlerindendir.

Ahmed Karahisari
Anadolu'nun yedi büyük üstadından biri kabul edilen Karahisari'nin hayatı hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz. 874/1469 yılında Afyonkarahisar şehrinde doğduğu tahmin edilmektedir. Halvetî şeyhlerinden Cemal Halife'ye intisap etmiş ve ona halife olmuştur. Müstakimzâde Tuhfe'de, aklâm-ı sitteyi Yahya Sûfî (ö. 882/1477)'den, daha sonra Esedullah-ı Kirmânî' (ö. 893/1488)'den öğrendiğini kaydediyor. Ancak Yahya Sûfî'den yazı meşk etmesi tarih bakımından uygun görülmemektedir. Kendisi de imzalarında Esedullah-ı Kirmânî'yi hocası olarak göstermiştir. Esedullah, Yâkût ekolünün ünlü hattatlarındandı. Fatih devrinde İran'dan İstanbul'a gelmiş olduğu tahmin edilmektedir. Karahisari, bu ünlü hattattan Yâkût tarzını öğrenmiş, bu ekolün Osmanlı diyarında temsilci olmuş, Yâkût-ı Rûm diye anılmıştır.
Karahisari, Yâkût vadisinde üstünlük sağlayarak kendi üslubunu ortaya koydu. Kânûnî devrinde Şemsü'l-hat (hat güneşi) diye şöhret buldu. Bilhassa müsenna, sülüs ve celî-sülüs yazılarda ulaştığı kompozisyon güzelliği, bütün hattatlar tarafından kabul edilmiştir. Daima yeni terkipler arayan bir ruha sahip olan Karahisari, altınla yazdığı harflerin etrafını siyah mürekkeple, çok ince, hassas bir şekilde tahrirlemiştir. Kahire Menyel Sarayı Hat Müzesi'nde bir kıt'ada çok ince siyah mürekkeple çizilmiş nesta'lik yazısı vardır. Bu örnek, onun nesta'lik yazıyla da alakalandığını ve bildiğini gösteriyor.
Karahisarinin Kânûnî Sultan Süleyman için yazdığı TSMK, H.S. 5 numarada kayıtlı bulunan 62x41 c. ebadında Kur'an-ı Kerim en önemli eserleri arasındadır. 1981'de İtalya'da basılmış olan bu Mushaf, Yâkût tarzında tertip edimiş her sayfada ilk satırı muhakkak, beş satırı nesih, son satırı muhakkak hatla yazılmış, bütün sayfaları saray nakışhanesinde tezhip edilerek ciltlenmiş bir şaheserdir.
Ahmed Karahisari'nin müze ve kütüphanelerimizde bilinen diğer bazı eserleri: TİEM, 400 numarada Mushaf, 1443; Süleymaniye Ktp., 15; Ayasofya 19, 24 numaralarda kayıtlı en'am-ı şerifler; İÜK, 197, A.6714 numaralarda Kur'an-ı Kerim; TSMK, III Ahmed 3654, E.H., 2112; TİEM, 2466, 1438, 2499, 400, 2649 numaralarda kayıtlı murakka'larıdır. Süleymaniye Câmiî celî kubbe yazıları Ahmed Karahisari tarafından yazılmış iken, XIX. asırda yapılan tâmir esnasında, Abdülfettah (ö. 1314/1896) tarafından yeniden yazılmıştır.
Osmanlı diyarında bir nesil devam eden Karahisari üslubunun temsilcileri arasında öğrencisi Hasan Çelebi (Hasan b. Ahmed) (ö. 1003/1594), hocası kadar ünlü bir sanatkardır. Süleymaniye ve Edirne Selimiye Câmileri taşa mahkuk kitabe ve çini üzerindeki yazılar Hasan Çelebi'nin eseridir. Daha sonra Şeyh ekolünü benimsemiş, o tarz eserler vermiştir. Karahisari'nin diğer talebeleri arasında Ferhad Paşa (ö. 982/1574), Büyük Çekmece Köprüsü'nün kitabe yazılarını yazan Derviş Mehmed "Karahisari Dervişi" (ö. 1001/1592), İbrahim el-Hüsnü, el-Katip (ö. 967/1559) ve Muhyiddin Halîfe (ö. 983/1575) en meşhurlarıdır. Tophane'de Kılıç Ali Paşa Câmii yazılarının hattatı Yusuf Demircikulu (ö. 1611/) Karahisari'nini aklâm-ı sittede açtığı çığır, yerini Şeyh mektebine bırakırken, celî yazılardaki tesîri Mustafa Rakım'a kadar devam etmiştir.
963/1556 yılında doksan yaşları civarında vefat eden Karahisari Sütlücü'de İshak Cemaleddin Halvetî'nin yanına defnedilmiştir.

Ahmed Rakım Efendi [ö. 1282-83 / 1865-66?]
Hattatlar arasında daha ziyade II. Râkım adıyla tanınan Ahmed Rakım Efendi, Hâşim Efendi’nin talebesidir. Celî sülüs’te hocası derecesinde değilse de sülüs ve nesih’te ve tuğrada pek ileri gitmişti. Adı Rakım’ın olması dolayısıyla birçok kimseler onun yazılarını Büyük Rakım (Mustafa Rakım) zannetmişlerdi. Hatta bu yüzden bazı kimseler, yazı altındaki tarihleri değiştirerek onun yazılarını Mustafa Rakım’a nisbet etmişlerdi.
Rüşdiye mekteplerinde yazı hocalığı yapan sanatkarın 1267/1851 tarihli celî sülüs bir “besmele”si İstanbul’da Hırka-i Şerîf Câmii’nin güney tarafındaki kapısı üzerindedir.

Alaeddin Bey [1260-1305 / 1844-1887]
Mehmed Şefik Bey'in öğrencisi olmuş ve ondan izin almış olan hattat, dolayısıyla Kazasker'in yolunu takip etmiştir. Aklam-ı sitte'de oldukça kuvvetli olan Alaeddin Bey celî sülüs'te Kazasker'in yazılarının etkisinde kalmışsa da eserlerinde Mustafa Rakım'a daha yakın görünür. Eğer genç yaşta ölmeseydi Şefik Bey'in yahut Şevki Efendi'nin yeryüzünde namı kalmazdı. O, zamanımızda yaşamış ünlü hattat Halim Özyazıcı gibi kudretli birisi olarak düşünülmektedir. Pek çok yazı yazmıştır. “Anladığım kadar yazabilseydim Kazasker kadar yazardım.” dediğini duyan Muhsinzade Abdullah Bey'in de “Ya Kazasker anladığı kadar yazsa idi, acaba nasıl yazardı?” dediğini nakleden Hacı Nuri Efendi kendisinin öğrencisidir.
Orhaniye Camii yazı ve levhaları ile Beşiktaş'ta Sinan Paşa Camii pencere üstündeki yazılar onun eseridir.

Ali Alaeddin Çelebi [ö. 950-1543]
XV. yüzyılın tanınmış bilgin ve hattatlarındandır. Aklam-ı Sitte'yi Şükrullah Halife'den öğrendi. Gençliğinde Abdülvasi Efendi adında bir Kadı'nın hizmetinde bulundığu için akranları arasında “Vasi Ali'si” diye tanınırdı. Ali Alaeddin Çelebi, daha çok ilmi çalışmalarda bulunmuştur. Kanuni zamanında Bidpay'ın Kelile ve Dimne'sini Türkçe'ye çevirdi.

Ali bin Abdullah
İstanbul Kasımpaşa’da ikamet eden ve daima yazı ile meşgul olan Ali bin Abdullah hakkında fazla bir bilgiye sahip değiliz. Ancak evini Sübyan Mektebi yaptığı, sülüs ve nesih yazıda usta olduğu biliniyor.
Mısır’da, 1681 tarihini ve imzasını taşıyan bir Kur’an-ı Kerim’in görüldüğü ‘’ Türk Hattatlar’’ isimli eserde bildiriliyor.

Ani (Fatma) Hatun [ö. 1710]
Asıl ismi Fatma'dır. Kültürlü bir ailenin kızı olarak İstanbul'da doğdu. Akıllı, bilgili ve eğitimli olan Ani Hatun, "Hace-i Zenan (Kadınların Hocası)" lakabıyla anılmıştır. Arapça öğrendi, Doğu ve Batı edebiyatlarıyla ilgili çalışmalar yaptı. Bir divanı olduğu sanılıyor fakat bu divan bulunamamıştır. Usta bir hattat olarak da ün yapmıştır. Bazı araştırmacılar Ani Hatun'un hattatlığının şairliğinden bile üstün olduğunu belirtirler. Yenişehir-Fener'de yaşamını yitirmiştir.

Arapzade Mehmed Sadullah Efendi [1180-1259 / 1767-1843]
Şeyhülislam Arapzade Ataullah Efendi’nin torunu ve Mehmed Arif Efendi’nin oğlu olan Mehmed Sadullah, dini bilgiler yanında nesta’lik adlı yazıyı merak ederek Yesari Mehmed Es’ad’dan ders gördü ve 1208/1794’te icazetname aldı. Babası gibi dini bilgiler tahsil etmiş olduğundan zamanla İstanbul kadısı oldu. Daha sonra Anadolu ve Rumeli Kazaskerliği’ne getirildi. Son olarak reisü’l-ulemalık vazifesinde bulundu. Vefatında İstanbul’da Çarşıkapı’daki aile mezarlığında toprağa verildi.
Sanat hayatının ilk devresinde hocasının, son devresinde de Osmanlı Türk nesta’lik ekolünü kuran Yesarizade Mustafa İzzet’in üslubuna bağlı olarak eserler vermiştir. Ünlü İranlı hattat İmad’ı takliden yazdığı bir kıt’ası TİEM 2497 numarasındadır. Bildiğimiz celi nesta’lik levha ve kitabelerinin bulunduğu yerler şunlardır: İstanbul’da Devlet Matbaası üstündeki “Daru’t-Tıbaati’l-Amire” ibaresi (1239/1823), Sütlüce Sa’diye Dergahı (1252/1836) ve Kütahya Mevlevihanesi kitabeleri.

 Behçet Efendi
1889 yılında Urfa’da doğdu. Babası Arabizade Hamid Bey’dir. 13-14 yaşlarında iken sezilen kabiliyeti üzere hüsnü hat öğrenmeye teşvik edildi. Ahmet Vefik Efendi’den icazet aldı. 6 seneye yakın Medine’de askerlik yaptı. Orada da yazılar yazarak sanatını geliştirdi. Harf devriminden sonra bir süre devlet memurluğu yapıp sonra istifa ederek, kendini yine yazıya verdi. Birçok eseri Urfa Camilerini ve meraklıların evlerini süsledi. Binlerce mezar taşında yazısının bulunduğu A. Cihat Kürkçüoğlu tarafından bildirilmektedir.
Behçet Efendi 1965 yılında 76 yaşında iken Urfa’da vefat etmiştir.

Behram bin Abdullah
Yetenekli bir hattattır. Yazıları adeta Ahmed Karahisari'nin yazılarını hatırlatmaktadır. 963/1556'da muhakkak yazıyla yazdığı bir Kur'an-ı Kerim'i halen TİEM'de 321 numarada, 922/1516'da tamamladığı diğer bir Kur'an'ı da aynı kütüphanede 152 numarada kayıtlıdır.

Beşir Ağa [ö. 1165-1751]
Enderûn-ı Hümâyûn’da yetişmiş ve vaktini sanata harcamış olan Beşir Ağa, sülüs ve nesih’i önce Hafız Mustafa Efendi’den tahsil etmiş, sonra saray ağalarından Mumcuzade Mehmed Ağa’dan icazetname almıştır. Daha sonra Sultan I. Mahmud’un hazinedarı ve Nâzır-ı Dârü’s-Saâdesi olmuştur. Eserlerinin sonunda “hâzin-i hazret-i şehriyâri” şeklinde imza atmasından, padişahın hazinedarı olmakla iftihar ettiği anlaşılıyor. İstanbul’da Ayasofya Camii’nin arkasındaki imaretin ve karşısında ana caddenin köşesindeki çeşmenin kitabeleri İstanbul’da bildiğimiz eserleri arasındadır. Bursa’da da Beşir Ağa tarafından yazılmış iki çeşme kitabesi vardır. Bunların biri Emir Sultan Camii'ne giden yokuşun solunda diğeri de camiin kapısı bitişiğindedir. Bunlardan zamanımıza kadar harici tesirlerden en iyi şekilde uzak kalanı Emir Sultan Camii’ne giden yolun solunda 1156/1743 tarihini taşıyan çeşmenin kitabesidir.
Beşir Ağa’nın, bütün yazılarında ciddi bir görünüş dışında ayrıca insicamı koruduğunu ve harflerin yazılışlarında ve kompozisyonda kusursuz bir hattat olduğunu görüyoruz.

Çarşambalı Hacı Arif Bey [ö. 1310-1892]
İstanbul’un Çarşamba semtinde oturduğu için bu isimle tanınan hattat, sülüs, nesih ve tuğrayı Mustafa Rakım’ın çırağı Hâşim Efendi’den, nesta’lîk’i ise Kıbrısizade İsmail Hakkı Efendi ile Ali Haydar Bey’den öğrendi. Hattatlar arasında sadece Çarşambalı diye marûf olan Arif Bey daha ziyade celî sülüs ile meşgul oldu ve meşhur Sami Efendi ile dost olduğu için bu yazıda birbirlerinin yazılarını düzelterek ilerleme kaydettiler. Bu yazıda pek güzel kompozisyonları (istif) vardır. Ayrıca müsennâ yazıda da pek usta idi. Üsküdar’da Selimiye ve Rum Mehmed Paşa camilerinde de altınla yazılmış (zerendûd) levhaları vardır. İmzasını Arif veya Mehmed Arif şeklinde atardı.
Sülüste terceme-i hali bilinmeyen Hayreddin Efendi adındaki hattatı yetiştirmiş olan Arif Bey, celî sülüs’te büyük usta Sami Efendi ile atbaşı beraber yürümüş bir sanatkar idi.

 Çırçırlı Ali Efendi [ö. 1903]
Hakkında fazla bir bilgi edinemediğimiz Çırçırlı Ali Efendi 1903 yılında Necip Efendi Dergahı'nda vefat etmiş, Karacaahmed Mezarlığı'na defnedilmiştir. Hak tercümesini vermeye çalışan İbnülemin Mahmud Kemal de ‘’ en değerli hattatlardan olduğu halde gariptir ki ismi bir yerde mukayyed değildir.’’ diyor. Ancak ünlü hattat Şefik Bey’in talebelerinden olduğu, sülüs, celi nesihde üstün başarı gösterdiği biliniyor. Özellikle istifli yazılarda pek başarılı olmuştur.

Çukurcumalı Mahmud Celaleddin
Hayatı hakkında bilgimiz olmayan bu hattat aynen Tahir Efendi yolunda ise de ona erişememiştir. Çok mağrur bir kimse olduğu ve Mustafa Rakım’ın Nusretiye Camii’ndeki yazılarını beğenmediği hatta “Caminin yazılarını silin yeniden boğaz tokluğuna yazayım” dediği rivayet edilmektedir.


Darpzade Mustafa
Aslen Edirneli olup yazıyı Hafız Osman’ın Edirne’de bulunduğu esnada kendisinden öğrenmiştir. Hattâ, bazen acele yazılması gereken eden celî yazıları, Hafız Osman ona yazdırtıp sonra düzeltir ve kendi imzasını atarmış. 1733′de vefat etmiştir.

Dedezade [ö. 1173-1759]
Rumeli Kazaskerlerinden Seyyid Mehmed Dede’nin torunu olduğu için Dedezade diye anılır. Hattatlar arasında da bu lakab ile meşhurdur. Çorlu’da Süleymaniye Medresesi’nde müderrislik yapan Dedezade, yazıyı Katibzade’nin talebelerinden İsmail Refik’ten öğrendi. Türk nesta’lik’inin büyük ustalarından bir olan Yesari Mehmed Esad, kendisinin talebesidir. Ayasofya şadırvanının yazıları onundur.

Derviş Abdi (Seyyid Abdullah) [ö. 1057-1647]
Türk nesta’lik’inde mühim bir yeri olan ve hattatlar arasında Derviş Abdi diye şöhret kazanan bu hattat, Buhara Türkleri’ndendir. Yazıyı İsfehan’da İmad’dan öğrendi. Sonra padişah IV. Murad [sl. 1032-1050/1623-1640] zamanında İstanbul’a gelerek yerleşti, onun Veziriazam Mehmed Paşa’nın iltifatlarına mazhar oldu hatta onun arzusu üzerine bir şahname yazdı. Mevlevi tarikatine de mensup olan hattat, tekrar hocası İmad’ı görmek arzusuyla İsfehan’a gittiğinde, onun ölümünü duyunca pek müteessir oldu ve evine uğradığı zaman hocasının, kendisine verilmek üzere bir yazı altlığı bıraktığını gördü. Yazı altlığını kalınca bulan Derviş Abdi, kenarından bakıp aralayınca kağıtların arasına, hocasının on adet kıt’a koyduğunu görür. Bu kıt’alar, o zaman Türkiye’de “altlık kıtaları” diye meşhur oldu. İşte İmad’ın nesta’lik’i bu Derviş Abdi ile İstanbul’a geldi. Bu hususu, yazıdan anlayan hattatlar da aynen kabul etmektedirler. Devrimizin meşhur yazı eksperlerinden biri olan merhum hattat Necmeddin Okyay bu görüşte olup yazı sanatı bakımından, üzerinde durulmağa değer nesta’likîn, bu hattatla başladığını teyid eder. Keza şecere tertib eden hattatlar, onun adını en başa yazarlar. (Yani nesta’lik’in bir sanat yazısı olarak bu hattatla başladığını kabul ederler.)
Eserlerinde İmad’ın üslubu açıkça görülen bu sanatkarın bazı yazı nümunelerine İstanbul’da TİEM’de rastlanmaktadır. En meşhur talebesi Tophaneli Mahmud’dur.

Derviş Ali (Büyük Derviş Ali) [ö. 1084-1673]
İstanbullu olan Derviş Ali, Yeniçeri Ağaları Dergah-ı Âlîsi'nde vazifeli Karahasanoğlu Hüseynî Ağa'nın ailesi tarafından yetiştirildi. Bir rivayete göre Ağa'nın kölesi, bir rivayete göre de Ağa'nın manevî evladıdır. Gençliğinde Yeniçeri Ocağı'nda çalıştı ve Karakullukçu (çavuş) oldu. Yazıya merak ederek ünlü hattatlardan biri olan Halid-i Erzurumî'ye müracaatla aklam-ı sitte'yi meşk etti ve icazetname aldı. Başka hattatlarla da görüşerek bilgisini artırdı. Birçok öğrenci yetiştirdi. Ünlü hattat Hafız Osman kendisinin öğrencisi olmuştur. Eski Sadrazamlardan Köprülü Fâzıl Ahmed Paşa da kendisinden faydalananlar arasındaydı. Hattatlar arasında kendisine Büyük Derviş Ali veya Birinci Derviş Ali denir. Çok mâhir bir sanatkardı. Şeyh Hamdullah kudretinde yazmıştır. Bu yüzden hattatlar ona Şeyh-i Sâni (İkinci Şeyh) ünvanını vermişlerdir. Yazılarını, Şeyh'in yazılarından ayırmak güçtür. Osmanlı aklam-ı sitte'sini zirveye ulaştıran Hafız Osman'a hocalık etmek şerefine erişen sanatkar, çok eser vermiştir. Suyolcuzâde, Devha adlı eserinde, hattatı, Şeyh Hamdullah ekolünün ikinci kurucusu olarak görür ve o vâdiyi (ekolü) unutulmak üzereyken onu meydana çıkardığını söyler.
Kaynaklara göre elliden fazla Kur'an, En'am, evrâd, kıt'a ve murakkâ yazmıştır. Şevket Rado, Türk Hattatları isimli eserinde 1062/1652 tarihli 45. Kur'an'ı gördüğünü kaydeder. Mezarı Topkapı dışında, Mesnevî'yi şerheden Sarı Abdullah Efendi'nin [1071/1660] kabri yakınındadır.
Derviş Ali okçuluk sporuyla da uğraşmıştır.
İmzalarından üç örnek: Derviş Ali gufira zunûbehû, Ketebehû Derviş Ali, Ketebehû el-hakîr Derviş Ali.
Büyük Derviş Ali'nin eserlerinin bulunduğu yerler: TSMK, GY. 2 kıt'a, nesih yazıyla 2 sayfa [1073/1662]; EH. 128 Kur'an [1077/1667]; GH. 323 cildbend içinde yazılar; TİEM, No: 176 (Kur'an).

Derviş Mehmed (Karahisari Derviş) [ö. 1000-1591]
İstanbul'da Tophane semtinde doğmuştur, hakkında çok az bilgi bulunmaktadır. Derviş Çelebi ve Mütevellizâde olarak da anılan sanatkar yazıyı Ahmed Karahisârî'den öğrendiği için daha ziyade Karahisârî Derviş” olarak bilinir. Kabri hocasının yanındadır. Mimar Sinan'ın eseri olan Büyükçekmece Köprüsü'nün kitabesi ona aittir. En tanınmış öğrencisi, Tophane'de Kılıç Ali Paşa Camii'nin yazılarını yazan Yusuf'tur (Demircikulu).

Derviş Mehmed bin Mustafa Dede [ö. 1001-1592]
Şeyh Hamdullah'ın torunudur. Bir gözünde şaşılık olmasına rağmen yazıya merak etmiş ve babası Mustafa Dede'den icazetname almıştır. Gözünün bu kusuru dolayısıyla iyi göremediği için çok eğilerek yazmasına rağmen ustalaşmasına ve dedesinin kurduğu yazı ekolünün üslûbunu devam ettirmesine engel olmamıştır. Hat ve hattatlardan bahseden eserlerin hepsi kendisini överler. Bunlardan Tuhfe-i Hattâtin, onun sülüs ve nesih yazıda babası Mustafa Dede ile büyük babası Şeyh Hamdullah'a varis olduğunu şu beyitle anlatır:
Şeyh u Dede'ye sülüs'te sâlis / Neshe dahı perverişte vâris
Birçok dini eser yazan hattatın 989/1581 tarihli bir Kur'an'ının Süleymaniye Camii'ne vakfedildiği bildiriliyorsa da bu eser bugün aynı yerde değildir. Hattat bir aileye mensup olan Derviş Mehmed'in kardeşi Hamza da hattattır. Fakat onun kadar usta biri değildir.

Durmuşzade Ahmed (Ahmed bin Durmuş) [ö. 1129-1716]
İstanbullu olan sanatkar, hattatlar arasında “Durmuşzade“ lakabı ile meşhurdur; nesta’lik’i Siyahi Ahmed Efendi’den öğrenmiştir. İzmir ve Edirne kadılığında bulunmuş olan hattat, ayrıca zamanında meşhur olan nesta’lik ustalarıyla bu yazı üzerinde karşılıklı müzakereler yapmak suretiyle sanatında ilerleme kaydetmiştir.


Ebu'l Fazl Mehmed Çelebi (Topal Hattat)
Usta bir hattat olduğu, bıraktığı eserlerden anlaşılmaktadır. Topkapı Sarayı'nda Sahih-i Buhari'nin iki cildi, TİEM'de iki Mushaf'ı bulunmaktadır.

Edhem Efendi [1829 / 1924]
Hicri 1245 (1829) tarihinde Üsküdar’da Özbekler Tekkesi'nde doğdu. Babası Buhara’lı Şeyh Sadık Efendi’dir. Tahsilini babasından ve tekkeye gelen alimlerden dersler alarak tamamlayan Edhem Efendi, daha sonra kendini yetiştirerek pek çok hüner sahibi üstün bir sanatkar olmuştu. Türkçe, Arapça, Farsça, Çağatayca ve Ermenice lisanlarını ana dili gibi öğrenen Edhem Efendi babasının 1846 yılında vefatı üzerine Özbekler Tekkesi şeyhi olmuş, nihayet 8 Ocak 1904 tarihinde vefat ederek içinde doğup büyüdüğü dergahın haziresine defnedilmiştir.

Esma İbret Hanım [ö. 1194?-1780?]
Mahmud Celaleddin’in eşi olan Esma Hanım, Serhasekiyan-ı Hassa (gözde cariyelerin amiri) Ahmed Efendi’nin kızıdır. Yazıyı eşi Mahmud Celaleddin ‘den öğrenerek icazetname aldı. Hanımlar arasında pek rağbet görmeyen yazıya büyük emek verdi ve hemen hemen kocası kadar güzel yazdı.
15 yaşında yazdığı ve halen TSMK’de bulunan hilyesinin arkasında verilen bilgiye nazaran, bu hilyeyi yazdıran Kaptancı Mehmed Salim Ağa, bunun bir kız tarafından yazılacağına inanmamış, fakat dostlarından, hilyenin onun tarafından yazdığı öğrenilince Esma’ya “İbret” ünvanı verilmiş ve Mahmud Celaleddin ile evlendirilmiş.
Vefatında Şeyh Murad Tekkesi içinde eşinin yanında toprağa verilen bu sanatkar hanımın eserleri azdır. Bir başka hilyesi de TİEM’dedir.

 Ferhat Paşa [ö. 982-1574]
İstanbullu olan paşanın asıl adı Mehmed'dir. Mustafa Paşa'nın oğludur. Enderun-i Humâyûn'da yetişti. Önce ikinci Kapucubaşı, sonra 959/1552'de Yeniçeri Ağası oldu. 964/1557'de Kastamonu sancağı ile Beylerbeyliği'ne yükseldi. 971/1564'de ise üçüncü vezir makamına getirildi. 1566'da Şehzade Mehmed'in kızı Hümâşah ile evlendi.
Ferhat Paşa resmi işleri arasında Ahmed Karahisârî'den güzel yazı öğrendi ve birçok Kur'an yazdı. Bu Kur'an'ları yüz altına satar ve cenaze masraflarının elde edilen para ile karşılanmasını vasiyet ederdi. Nesih yazıda usta bir hattattı. Devlet işleri dışında hatla uğraşmıştı. Mir Mustafa ve Ahmed adındaki iki oğlu da hattattır.
Ferhat Paşa'nın son devre yazılarında Şeyh Hamdullah'ın etkisi görülür. Şeyh'in ünlü öğrencisi Hasan Çelebi gibi o da Ahmed Karahisârî ekolünü terk etmiştir. Yazdığı Kur'an'lardan biri Topkapı Sarayı'nda (n: Y. 811) diğeri de Türk ve İslam Eserleri Müzesi'ndedir (n:338). Kabri Eyüp'tedir.
  
Hacı Arif Efendi [1246-1327 / 1830-1909]
Emir Şeyhleri denilen bir aileye mensup olan hattat, Rumeli'de yetişen sanatkarların büyüklerindendir. Hattatlar arasında “Filibeli” veya “Bakkal Arif” olarak anılır. Doğduğu Filibe'de medrese öğrenimi sırasında Yürüyüş Camii hatibi İsmail Efendi'den aklam-ı sitte dersleri aldı. 1878 Osmanlı-Rus Harbi'nde İstanbul'a geldi ve Saraçhanebaşı'nda bir bakkal dükkanı açarak geçimini temin ederken yarıda kalan hat öğrenimine devam etmek için devrin Hafız Osman'ı sayılan Şevki Efendi'den meşke başladı ve yazdığı bir hilye ile 1301/1883'te icazetname aldı. Sayısız meşk, kıt'a, murakka, Evrâd, Delâil, levha ayrıca bir de Kur'an yazmıştır. Ketebesi (imzası) es-Seyyid el-Hac Ahmed Arif şeklindedir. Daha ziyade sülüs ve nesih ile uğraşmıştır. Şehzade Camii'nin sol kapısı dışındaki celî besmele için Sami Efendi'nin “Dünya kurulalı beri böyle besmele yazılmamıştır; lakin yer olup da bir karış uzun olsaydı.” dediğini Necmeddin Okyay nakleder. Öğrencileri arasında en meşhurları Aziz Efendi, Elmalılı Küçük Hamdi Efendi ve Necmeddin Okyay'dır.
Arif Efendi, aklam-ı sitte'de Şevki Efendi şivesinde; celî yazıdaysa kendine has bir yoldadır.

Hafız Osman [1642 / 1698]
Kayışzade lakabıyla maruf büyük hattat Hafız Osman 1642 yılında İstanbul’da doğmuş olup 1698 yılında yine burada vefat etmiştir. Devrinin yazı üstadı Derviş Ali ve Suyolcuzade Eyyubi Mustafa Efendi’den ders ve icazet almıştır.
Şeyh Hamdullah’ın yazısına yeni bir şekil verdiği için kendisine İkinci Şeyh manasına Şeyh-i Sani denilirdi.
Pek çok Kur’an-ı Kerim yazdığı ve ilk defa sülüs ve nesih hattıyla hilye kompoze ettiği bilinmektedir. Yetiştirdiği pek çok meşhur talebe içinde bilhassa Yedikuleli Abdullah, Ağakapılı İsmail ve Yusuf Mehdi isimli hattatlar O’nun çizgisini devam ettirmişlerdir.
Hafız Osman Hicri 1110(M.1698) tarihinde İstanbul’da vefat ederek Kocamustafapaşa’daki Sümbül Efendi Dergahı Kabristanı’na defnolunmuştur. Makamı cennet olsun.

Halidi Erzurumi [ö. 1040 / 1630]
Erzurumlu olan Halid, İsmail adında birinin oğludur. İstanbul'a geldikten sonra Hasan Üsküdarî'den [ö. 1023/1614] aklam-ı sitte'yi meşk ederek icazetname aldı. Birçok hattat gibi hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Yalnız hat sanatında yaşıtları arasında önemli bir yeri olduğu bilinmektedir. Büyük Derviş Ali ile Nefeszâde Seyyid İsmail Efendi gibi iki büyük üstâda hocalık ederek yetişmelerinde rol oynamıştır. Yazılarına az rastlanmaktadır.

Hasan Çelebi (Hasan bin Ahmed) [ö. 1002 / 1594'ten sonra]
Ahmed Karahisârî'nin en usta öğrencisi olan Hasan Çelebi'nin nereli olduğu ve ne zaman doğduğu belli değildir. Çerkez asıllı olduğu için “Çerkez Hasan” olarak da çağrılan Hasan, Ahmed Karahisârî'nin kölesi iken azad edildi. Hocası onu evlat edindi ve aklam-ı sitte'yi öğretti. Bu yüzden bazen kendisine “Karahisârî Kulu” denir. Yazıda hocasının yolunda ustalıkla yürüdüğü ve onun yerini doldurduğu için “Hasan Halife” olarak da anılır. Bazen eserlerine “Hasan b. Ahmed-i Karahisârî” tarzında imza atan sanatkar, nadiren “Hasan b. Abdullah” olarak da imza atmıştır. Hakikatte babasının adı Abdullah değildir. Eskiden kölelerin baba adı daima Abdullah (Allah'ın kulu) olarak kaydedilirdi.
İstanbul Süleymaniye Camii'nin kitabesi ile çini üzerindeki celî sülüs yazıları ve Edirne'de Selimiye Camii'nin kitabesi ve çini üzerindeki yazıları onundur. Selimiye'nin yazılarının Hasan Çelebi'ye yazdırılması, Mimar Sinan'ın arzusu üzerine olmuştur. Padişah, 8 Muharrem 980/1572 tarihindeki hükmünde Sinan'a şöyle hitap ediyor: “Edirne'de bina olunmak emrim olan Cami-i Şerif için lazım olan tahrir için Katip Molla Hasan'ı talep eylemişsin...” Sinan'ın üç ay sonra gönderdiği bir yazı üzerine gelen “hüküm”de şunlar yazılıdır: “Pencerelerine dek kâşi olup pencerelerin üstü kâşi ile Sûre-i Fâtihâ'yı vech-i münâsib gördüğün üzere yazdırasız.”
Hasan Çelebi, Selimiye'nin kubbe yazısına nezaret ederken bir gözüne kireç düşmesi üzerine onu, kalemlerini temizlediği su ile yıkayınca görme kuvvetini kaybetti. Bunun üzerine II. Selim, hayat boyu kendisine maaş bağlattı. Kubbedeki yazı XIX. asırda tamir sırasında mahalli bir hattata yazdırıldığı için bugün mevcut değildir.
Hasan Çelebi, Sütlüce'de hocasının yanında toprağa verilmişse de bu mezarlar bugün kaybolmuştur.
Hattat, ister mermer, ister kağıt üzerine olsun bütün eserlerinde mahir ve usta bir ele sahipti. Önceleri, hocasının yolunda yürümüş, onun ölümünden sonra Şeyh Hamdullah ekolüne dönmüştür. Yazısını hocası Ahmed Karahisârî'ninkilerden ayırmak zordur. Sultan II. Selim'e takdim edilmek üzere sülüs, nesih, muhakkak ve reyhanî yazıları kullanarak yazdığı Evrâdü'l-Usbûiyye adlı duâ mecmuası, ustalığına şehadet eden eserlerinin başında yer alır.
Celî yazıda da bir merhale olup Bâb-ı Hûmâyûn üstündeki yazıları yazan Ali b. Yahya Sofî'den sonra ikinci büyük hattat sayılır. Oğlu İsmail de hattattır.
Hasan Çelebi'nin önemli bir eseri de Süleymaniye Camii'nin kitabesidir. Üç bölümden ibaret olan kitabe metni Şeyhülislam Ebussuûd Efendi tarafından hazırlanmış olup Arapça'dır. Hasan Çelebi'nin imzası şöyledir: Ketebehû Hasan b. Ahmed el-Karahisârî.

Hasan Rıza Efendi [1265-1338 / 1849-1920]
1849 tarihinde Üsküdar’da doğmuş, 1920 tarihinde vefat etmiştir. Babası Ahmed Nazif Efendi’dir. Yahya Hilmi Efendi isimli meşhur bir hat ustasından icazet alarak yetişen Hasan Rıza Medresetü’l-Hattatin’de sülüs, nesih ve reyhani hocalığı yaptı. 19 Kur’an-ı Kerim yazmış olup bunlardan özellikle birisi bütün müslüman aleminde defalarca basılmıştır. Bugün de Türkiye’deki Kur’an-ı Kerim’lerin çoğunun hattı Hasan Rıza’ya aittir.

Hasan Üsküdari [ö. 1023 / 1614]
Üsküdar’da doğmuş olan Hasan, Hamza adında birinin oğludur. Kaynaklarda Hasan b. Üsküdarî olarak geçer. Şeyh Hamdullah’ın Torunu Pîr Mehmed b. Şükrüllah’ın akrabasındandır. Aklam-ı sitte’yi ondan meşk etti ve icazetname aldı. Daha sonra Şeyh Hamdullah’ın oğlu Mustafa Dede ile hat üzerinde çalıştı ve yazının inceliklerini öğrendi.
Mustakimzade’ye göre Şeyh Hamdullah üslubundan kıl ucu kadar ayrılmayan hattat daha ziyade celî yazıyla uğraşmıştır. Mezarı, Şeyh’in bulunduğu yerin yakınındayken 1335/1917’de civardaki Çiçekçi Camii’nin bahçesine nakledildi. Mezar kitâbesi üç beyitten ibaret olup Bursalı Hâşimî Efendi’nindir. Hattatı ise Hasan’ın öğrencilerinden Hâlid Efendi adında biridir. Ebced hesabına göre tarih mısraı şudur:
Üsküdârî Hasan’ın Yâ Rabb ola yeri cinân [1023/1614]

Haşim Efendi (Mehmed Haşim Efendi) [ö. 1262 / 1845]
Mustafa Râkım Efendi’nin kölesi ve mânevî oğlu olan Hâşim Efendi yazıyı M. Râkım’dan öğrendi; Darbhânede sikke-i hümâyûn ressamlığına tayin edildi. Celî sülüsü M. Râkım’a yakın derecede yazdı. Tuğra resmetmekte de hocası kadar şöhret kazandı ve II. Mahmud ve Abdülmecid’in tuğralarını yaptı. İstanbul’da Nusretiye Câmii’nin dışındaki yazıları, hocasını 1241-1242/1826’da ölümü üzerine o tamamladı. II. Mahmud Türbesi’nin celî sülüs yazılarını da 1255/1839’da o yazdı. Vefâtında hocasının yanına defnedildi. İmzalarında umûmiyetle “Hâşim” ismini kullanmıştır. Yetiştirdiği talebelerden Ahmed Râkım(II. Râkım) tanınmış hattatlardandır.

Haydarlı Ali Efendi [ö. 1320 / 1902]
Kazasker yolunda olan bu hattatın yazısı kendine has bir üslupta idi. Kendine göre bir şivede yazardı. Fakat celi yazda fazla kudretli olmadığı anlaşılıyor.

Hayredin Halil (Hayreddin El-Kudsi Rumi) [ö. 943 / 1536]
Yazıları Şeyh Hamdullah'ın yazılarını hatırlatır. İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'nde A.6551 numarada kayıtlı kıymetli bir Kur'an'ı bulunmaktadır.

Hoca Mehmed Rasim (Eğrikapılı) [1099-1169 / 1687-1755]
İstanbul'da doğan Mehmed Rasim Efendi, Eğrikapı'da Molla Aşkî Camii imamı Yusuf Efendi'nin oğludur. Hem hattat hem şairdi. Zamanında, Eğrikapılı Çelebi Efendi,Çelebi Efendi ve Rasim Efendi diye anılan hattat şaire, Ebürreşid künyesi ile birlikte Hoca Mehmed Rasim denildiği de olurdu.
İlk yazı derslerini hattat olan babasından almış sonra saray hocası olan Yedikuleli Seyyid Abdullah Efendi'den de ders görerek 18 yaşında 1118/1705 tarihinde aklam-ı sitte'den icazetname almıştır. 1126/1714'te Damat (Şehit) Ali Paşa tarafından Enderûn Mektebi haline getirilen Galata Sarayı'na meşk hocası olarak tayin edildi. Daha sonra da Yeni Saray hat hocalığına getirildi; çok öğrenci yetiştirdi. Yazıları güzel ise de ayniyetten uzaktır ve kendisine has bir yolu vardır. III. Ahmed ve I. Mahmud devirlerinde şöhret sahibi olan Mehmed Rasim Efendi, vezirlerin ve paşaların takdirine mazhar olmasına rağmen fakîrâne bir hayat yaşamıştır. Bir defasında evi yanmış, yeniden yaptırdığı evi yüzünden de zaruret içinde kalmıştı.
Hoca Mehmed Rasim, Yedikule'nin en seçkin öğrencilerinden biridir. Denildiğine göre, taklit sanatında da pek ustaydı. Tuhfe-i Hattâtin, şöyle bir hikaye nakleder:
Birgün biraderi Süleyman Naci ile Mustakîmzâde (Tuhfe-i Hattâtin sahibi) onun Şeyh Hamdullah'ı takliden yazdığı bir yazısının kağıdını eskiterek bedestene götürmüşler ve mütehassıslar Şeyh Hamdullah'ın eseri diye ona üçbin kuruş fiyat takdir etmişler. O sırada devrin usta bir hattatı olan Bartınlı Rıdvan, yazıya göz gezdirince “gayet a'lâ Şeyh hattıdır, derim. Eğer Rasim Efendi taklit edip ve bir üstad elinden çıkmadıysa.” der. Mehmed Rasim durumdan haberdar olunca üzülür ve Mustakîmzâde'yi azarlar.
Rasim Efendi altmış Kur'an, bin kadar En'am, delail, evrâd, murakkâ ve kıt'a'lar yazmıştır. Galata'da Azap Kapısı'nda Valide Sultan'ın yaptırdığı sebil, çeşmeler ve okulun tarihleri, Beşiktaş Sarayı karşısındaki çeşmelerle Eyüp'te türbe civarında Hekimbaşı Mustafa Efendi'nin mezartaşı kitabeleri onundur. Ayrıca Nur-i Osmanî Camii'nin kitabelerinden birinin kendi tarafından yazıldığını bu caminin binasına söylediği otuz beş beyitlik tarihinden anlıyoruz.
Dahı bir âyet-i Kur'an'ı da ol hayru'l-ebvâba / Yazup hâdim yazuldum dergehinde dâr-ı ulyânun
Katipzâde Mehmed Refi'den de nesta'lîk yazı öğrenen hattat aynı zamanda şairdi. Galata Sarayı'na memur oluncaya kadar imzasını “Mehmed min telamiz-i Esseyyid Abdullah” yahut “İmamzâde” diye atarken sonraları “Mehmed Râsim” veya “Mehmed Râsim İmamzâde” diye atmaya başlamıştır.

Hüseyin Ahmed (Haffafzade) [1648-1741]
1648′de Edirne’de doğup, Çelebi İmam’dan yazı öğrenmiş ve 25 yaşında icazet almıştır. Aynı zamanda bir musiki üstadı olan Haffafzade’nin pek çok talebesi vardır, bunlardan 23′ü bilimekte ve en mühimleri Yesarizade İsmail ile Şeyhzade İbrahim Efendiler'dir. Vefatı 1741 yılındadır.

Hüseyin Şah Çelebi (Hüsameddin)
965/1557-1558'de yazdığı ve halen Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'nde EH. 355 numarada bulunan En'am'ından kabiliyetli bir hattat olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca TİEM'de 2431 numarada bir murakkaı da bulunmaktadır.

 İmad [1533 / 1615]
Türk yazı tarihinde pek önemli bir yeri olan hattatın, İran kaynaklarında adının genelde Mir İmad olarak geçtiğini biliyoruz. İran kaynakları, 1024/1615’te öldüğünü ve altmış üç yıl yaşadığını kabul ettiklerine göre, Kazvin’de 961/1553-54’te doğduğu anlaşılan bu büyük nesta’lik ustası gençliğinde yazıyı, Molla Mehemmed Hüseyn-i Tebrizi’den öğrendi.
İmad’ın icazet aldıktan sonra hacca ve Osmanlı ülkesine gittiği rivayet edilir. Tekrar İran’a döndükten sonra Safeviler’in başkenti İsfehan’a giden ve orada Büyük Şah Abbas’ın hizmetine giren hattat, büyük lütuflara mazhar oldu. Yazdığı eserlerle adı İslam dünyasının her yerine yayıldı. Fakat bu şöhreti sarayın bir diğer hattatı Ali Rıza-yı Abbasi tarafından kıskanıldı. Dönen entrikalara kapıldığını zannettiğimiz Şah Abbas da İmad’a karşı soğuk davranmağa başladı. Elde kesin deliller olmamakla birlikte kaynakların genellikle kabul ettiklerine göre güya hattatın Sünni mezhebine mensub oluşu, aleyhindeki dedikoduları şiddetlendirdiği gibi Şah’ın da düşmanlığına sebep oldu. Neticede Nesta’lik’in bu dahi ustası 1024/1615’te İsfehan’da katledildi. Ölümü İran, Hindistan ve Osmanlı ülkelerinde büyük üzüntü meydana getirdi. Hattat Hint-Türk imparatoru Cihangir, onun hatırasını taziz maksadıyla dini bir tören düzenledi. Keza Cihangir’in ‘Eğer İmad’ı bana verselerdi ben de ağırlığınca altın cevahir verirdim’ dediği rivayet edilir.
İmad’ın katlinden sonra yakınlarının bir kısmı Hind’e gitti; hemşehrizadeleri ise Türkiye’ye gelip yerleştiler.
İmad çok çalışkan bir sanatkardı.Talebeleri onu adeta bir şeyh gibi düşünürler, hatta kerametine inanırlardı. O daha gençliğinde büyük bir şöhrete ulaştı ve adı her tarafa yayıldı. Yazılarının altınla satın alındığı rivayet edilen İmad, yazıda, önce Mir Aliyy-i Herevi’nin yolunu takib etti, fakat İsfehan’a gittikten sonra Baba Şah-ı İsfehani’nin kıt’alarını ele geçirdi ve onun üslubunu benimsedi. Ömrünün son on senesinde ise Mir Aliyy-i Herevi ile Baba Şah-ı İsfehani’nin ustalığını, sanat anlayışını mezcederek öyle bir üslub meydana getirdi ki nesta’lik, artık güzelliğinin şahikasına ulaştı ve böylece İran Nesta’lik Ekolü kuruldu. Bu tarihten sonra İran hattatları artık İmad’ın kurduğu bu ekolün yolunu takibe başladılar.
İmad’ın şöhreti İslam dünyasına yayılınca nesta’lik hattatları, onun, elde edebildikleri yazı örneklerine bakarak yazılarına istikamet vermeğe başladılar. Osmanlı ülkesinde de hattatlar bu yeni üslubu benimsediler ve böylece bu hat 1008/1600 yılından itibaren bizde de bir sanat yazısı haline döndü. Bunda başlıca rolü İmad oynadı. Onun sanatı, Türkiye’ye ilk önce, Türk talebelerinden biri olan Buharalı Derviş Abdi vasıtasıyla geldi. Üslubunun yayılmasında ikinci faktör de eserlerinin örnek olarak kabul edilmesiydi.
Şüphesiz şunu da söylemeden geçemeyeceğiz ki Türk hattatları daha önce diğer tanınmış İranlı hattatları biliyorlar ve onların yolunda yürüyorlardı. Bu durum İmad devrinde de az çok böyleydi. Fakat o, sanat meydanına çıkınca, diğerlerini geri planda bıraktı ve en büyük usta telakki edildi.
Onun, kitap, risale, murakka, kıt’a, meşk ve karalama olarak eserleri çoktur. Bunların ekserisi İran, Hindistan ve Türkiye kütüphanelerindedir.

İmam Mehmed Efendi [ö. 1052 / 1642]
Tokadi lakabından anlaşılmak üzere Tokat’ta doğmuş olan ve daha sonra İstanbul’a gelerek kendini yetiştiren hat ustası İmam Mehmed Efendi yazıyı Hasan Üsküdari isimli bir hattattan öğrenmiş ve O’ndan icazet almıştır. Hakkında daha geniş bilgiye sahip değiliz. Hicri 1052 (1642) yılında İstanbul’da vefat ettiği biliniyor.

İsmail bin Ali (Ağakapılı) [ö. 1118 / 1706]
İstanbullu olan fakat doğum tarihi bilinmeyen bu ünlü hattat, Ağakapısı (Yeniçeri ağalarının oturduğu eski merkez) Mektebi'nde hat hocası olduğu için bilhassa hattatlar arasında Ağakapılı diye meşhur olmuştur. Büyük Derviş Ali'den aklam-ı sitte'yi öğrenip icazetname aldı. Hayatının her devrinde Şeyh Hamdullah tarzında yazmıştır. Hafız Osman hayranlarındandı. Kendisine Hafız Osman ile aralarında ne gibi bir fark bulunduğu sorulduğunda “Hattı biz bildik, o yazdı.” sözü meşhurdur. Kamil Akdik onun bazı yazılarını Şeyh'in zannetmiştir. Kırktan fazla Kur'an ve birçok En'am, murakka ve kıt'a yazan hattatın celî yazıları şunlardır: Fatih Camii civarında Müftü Seyyid Feyzullah Efendi'nin [ö. 1175/1761] medrese ve kitaplığı üzerindeki yazılar. Ayrıca sadrazmlardan Hüseyin Paşa Dâru'l-Hadîsî'nin üstünde bulunan yazıyı da o yazacaktı fakat Allah sözünü yazdığı sırada Enderûn-ı Hümâyun'da vazifeli hattat Şahin Mehmed Ağa ortaya çıkarak “tarihi yazmaya biz memuruz.” dedi ve nezaketsizlik göstererek Ağakapılı'nın yazdığı “Allah” kelimesini sildi ve yazıyı kendisi yazdı. “Allah” adına gösterdiği bu saygısızlığı neticesinde kısa zamanda öldü. Hafız Osman'ın mezar taşı yazıları da Ağakapılı'nın elinden çıkmıştır. Vefatında, Hafız Osman'ın mezar taşına yazılan ibarenin aynısı yalnız “Hafız Osman” adı çıkarılarak onun kabir taşına da yazıldı. Mustakîmzâde, ölümü için şu mısrâı kaydediyor:
Oldu İsmail Efendi Hâce-i me'vâ meded. [1118/1706]

İsmail Refik
Rumeli’de kadılıkta bulunan İ. Refik hakkında maalesef bilgimiz yok gibidir. Nesta’lik’i Katibzade’den öğrendi ve icazetname aldı. En namlı talebesi Dedezade lakabıyla anılan Seyyid Mehmed Said’dir.
İstanbul’da Defterdarlık binasının yanında Hacı Beşir Ağa’nın yaptırdığı medrese, çeşme ve sebilin yazıları İsmail Refik tarafından yazılmıştır. Medrese kitabesi 1158/1745, çeşme ve sebil kitabesi ise 1157/1744 tarihini taşır. Medrese kitabesinde kendisinden El-Hac İsmail olarak bahseder. (Ketebehu el-abdu’d-dai el-Hac İsmail)Refik İsmail’in yazılarında bazı harflerde uzunluk göze çarpar ise de umumi görünüşü itibariyle yazıları İmad’ın üslubunu andırır.

İsmail Zühdi [ö. 1144 / 1731]
Hıfzî Efendi’nin talebesidir. “Râkım geçilmez” sözüne mazhar meşhur hattat Mustafa Râkım Efendi’nin ağabeyi ve hocasıdır .
Nesih yazı en son âhengine Şeyh Hamdullah ve Hafız Osman’dan sonra İsmail Zühdî’de kavuşmuştur. Sülüs yazıda da Şeyh’in ve Hafız Osman’ın en güzel harf ve kelimelerini alarak aynen, fakat kendi üslûb kanunlarıyla taklit ederek sıralamıştır. Bundan dolayı yazılarına “Şeyh’indir!” dendiği bile olmuştur.
İstanbullu olup ayakkabıcılıkla meşgul iken güzel yazıya merak edip ilk olarak Yedikuleli Seyyid Abdullah Efendi'den meşk almaya başladı; daha sonra Ambârîzâde İmam Derviş Ali'den (II. Derviş Ali) de ders aldı. Fakat hocası vefat ettiğinden icazetname alamadı. Bunun üzerine hocasının yakın arkadaşlarından Suyolcuzâde Mehmed Necib Efendi'ye rica ederek yazılarından birinin altına “izin” yazmasını, yani icazetname vermesini rica etti. Mustakîmzâde, Tuhfe-i Hattâtîn, Hoca Mehmed Rasim'in de bu icazet merasiminde bulunduğunu ve duâya katıldığını sözüne inanılır kimselerden duyduğunu bildirir. Yetenekli bir hattat olmasından dolayı hattatlar İsmail Zühdî'ye Şeyh-i Sani adını takmışlardır. Ayrıca İsmail Zühdî Ağa ve Büyük Zühdî olarak da bilinen hattatı 1221/1806'da ölen diğer İsmail Zühdî'den ayırmak için “Eski Zühdî” unvanını da vermişlerdir.
İsmail Zühdî, Şeyh kudretinde bir sanatkardır. Necmeddin Okyay'a göre Şeyhâne yazmıştır. Bilhassa nesih yazılarını Şekercizâde'nin ilk devredeki yazılarından ayırmak çok zordur. (Şekercizâde'nin son devre yazıları Hafız Osman'ın yazıları derecesindedir). Zühdî Efendi, herhangi bir hattatın yazısını taklit etmekte de mahirdi. Hattatlıkta taklit, ahlaki bir kusur olmayıp sanatkarın kudretini göstermesi bakımından önem taşır. Hastalıklı bir kimse olduğundan daha ziyade nesih yazı ile eserler vermiştir. İstanbul'da Ahırkapısı kemeri üstündeki celî sülüs kitabe onun tarafından yazılmıştır [1135/1722].
Karacaahmet Mezarlığı'nda Miskinler Tekkesi yakınında hocasının yanında yattığı bildirilmişse de hocasının adı verilmemiştir.

İsmail Zühdi Efendi [ö. 1221 / 1806]
Ahmed Hıfzî Efendi ile Mehmed Emin Efendi’den sülüs ve nesih yazıları meşkedip sonra Enderûn-ı Hümayûn’da hocalık yapan “Kâtib-i Saray-ı Sultanî “ ve Reisü’l-hattâtîn” (Hattatların reisi) unvanlarını kazanan İ.Zühdî, nâdir yetişen kıymetlerden biridir. Şeyh Hamdullah ve Hâfız Osman’ın sülüs yazılarını dikkatle tedkikten sonra en güzel harflerini ve kelimelerini kendine nümûne ittihaz etmiş sonra onları, ince ve zarif görünüşünün süzgecinden geçirerek zevk-i selimiyle mezcetmiş, güzel yazıda devrinin en büyük ustası olmuştur.
Sülüs’ü bu derece ustalıkla yazan bir hattatın celî sülüs’te de kendinden evvel gelenlerden farklı olacağı tabiîdir.
Esas hocası Mehmed Efendi adında biridir. 1180/1766’da ondan icâzetnâme aldıktan başka ayrıca 1184/1770’de Ahmed Hıfzî’den de icâzetnâme alan İ.Zühdî ‘ye hattatlar kendi aralarında “Yeni Zühdî” de derler.
İstanbul’sa Defterdar’da Şah Sultan Türbesi için [1215/1800] yazdığı yazılar hem güzellik, hem kompozisyon bakımından celî sülüs’ün gittikçe terakkî ettiğini gösterir. Buradaki yazılar, inlişâf devrinin son güzel nümûneleridir. Şânîzâde’nin babası M.Sâdık’ın Ortaköy Tepesi’ndeki 1198/1784 tarihli çeşmesinin yazıları da onundur.

İzzet Efendi [1257-1330 / 1841-1904]
Kimden icazetname aldığı bilinmeyen İzzet Efendi, Rüşdiye eğitiminden sonra Tıbbiye Mektebi'nde yazı dersleri verdi. 1868 yılında Galatasaray Sultânîsi (Galatasaray Lisesi) güzel yazı hocalığına getirildi. Bu arada Bâb-ı Âlî rık'ası'nı ıslah ederek kurallarını belirledi. Ayrıca Rehber-i Sıbyan ve Hutût-i Osmaniyye adlı meşk mecmualarını çıkararak aklam-ı sitte, ta'lîk, dîvânî, celî dîvânî ve rık'a yazıları hususunda öğrencilere yardımcı oldu. Şu ifade edilmelidir ki ta'lîk yazıları fazla güzel sayılmaz.
Alman İmparatoru II. Wilhem'in İstanbul'a yaptığı ikinci ziyaretinin anısına ithaf edilen ve 1319/1901'de açılan Sultanahmet'teki Alman Çeşmesi'nin kubbesinde bulunan celî sülüs altınlı yazılar onun imzasını taşımakla beraber onun namına Hacı Nuri Korman tarafından yazıldığını Necmeddin Okyay söylemiştir.
  
Katipzade Mehmed Refi Efendi [ö. 1183 / 1769]
Aynı zamanda devrinin tanınmış bir doktoru olan hattat, İstanbulludur. Babası Mustafa Divan-ı Hümayun katiplerinden olduğu için kendisi, hem hekimlikte hem de hattatlıkta “Katibzade” diye şöhret bulmuştur. Tıp tahsilini nerede yaptığını bilmiyoruz. Herhalde bu tahsili medresede klasik bilgileri öğrenirken yapmış olmalıdır. Mafsal ağrılarından bahseden Evcau’l-Mefasil adlı risalesinin mukaddemesinden öğrendiğimize göre tıb ile meşgul olmaya pek genç yaşında başlamıştır.
1126/1714’te sarayın hususi tabibi olan Katibzade, bu tarihten sonra muhtelif hizmetlerde bulunmuş 1169/1756’da Rumeli Kazaskeri, 1170/1757’de saray doktorlarının reisi (Hekim-başı) 1171/1758’de İstanbul Kadısı, 1172/1759’da Anadolu Kazaskeri, 1175/1762’de Rumeli Kazaskeri olmuştur. 1177/1764’te bu vazifeden ayrıldıktan sonra vefatına kadar resmi bir vazifede bulunmamıştır.
Fatih Sultan Mehmed’in zamanından sonra 39. Hekimbaşı olan Katibzade’nin ilmi çalışmaları bilhassa tıb sahasına inhisar etmiştir. Bugün elimizde 5 tıbbi risalesi vardır. Bunlar ciğer hastalıklarına, mafsal ağrılarına, mesane, panzehir ve cinsi bilgilere dairdir.
Katibzade Mehmed Refi Efendi’nin Osmanlı-Türk tıbbına hizmetleri çoktur. Hekimbaşıların vazifesi Osmanlı İmparatorluğu’nun sıhhat işlerini yürütmekti. Yani Hekimbaşıların bugünkü sağlık bakanlığına tekabül eden bir rütbe olduğu düşünülürse onun Osmanlı-Türk tıbbındaki ehemmiyeti daha iyi anlaşılır. Hekimbaşılıkta seleflerinin yolunda yürüyen Katibzade, bir taraftan tıbbi eserler yazmış ve devlet işlerini yürütmüş diğer taraftan da güzel sanatların bir kolu olan hattatlıkla da meşgul olmuştur.
Anlaşıldığına göre Katibzade, medrese tahsili sırasında güzel yazı yazmaya da merak etmiş ve bilhassa nesta’lik’te zamanla terakki ederek hat tarihinin mühim simalarından biri olmuştur. Aklam-ı sitte’yi öğrenmiş ve yazmış ise de asıl şöhreti nesta’liktedir. Altı çeşit yazıyı Kevkeb Hafız Mehmed Efendi’den öğrenmiş, fakat icazetnamesini Eğrikapılı Ebulkasım Hoca Mehmed Rasim Efendi’den [ö. 1168/1755-1756] almıştır (1740). Aynı yıl, Rasim Efendi’de Katibzade’den nesta’lik yazıdan icazetname alarak birbirlerine hoca ve talebe olmuşlardır. Nesta’lik’i ise yukarıda adı geçen devrinin tanınmış ustaları Durmuşzade Ahmed ve Kazasker Abdulbaki Arif Efendi’lerden öğrenmiştir.
Katibzade’nin sülüs ve nesih yazılarıyla yazılmış yazıları pek enderdir. Biz bu yazılarla yazılmış bir numuneye TSMK’de GY.320no.’lu albümde rastladık. Elde mevcut yazılarının hepsi hemen nesta’lik olarak yazılanlardandır. Kağıt üzerine yazılı bazı yazı numuneleri TSMK’de ve hususi koleksiyonlardadır.
Celi nesta’likleri ise İstanbul’da bazı yapıların üzerinde bulunmaktadır. Bunların en meşhurları şunlardır: Saraçhanebaşı’nda Amcazade Hüseyin Paşa Darulhadis Medresesi kapısı yanına bitişik olan Şeyhülislam Mustafa Efendi Çeşmesi’nin kitabesi, Nur-ı Osmaniye Camii Medresesi’nin kitabesi.
Onun divani adlı yazıyı da oldukça güzel bir şekilde yazdığını İstanbul’da Başbakanlık Arşiv Genel Müdürlüğü’nde divani ile yazılmış iki satırlık bir tezkiresinden öğreniyoruz.
Katibzade’den birçok kimse istifade etmiştir ki bunların arasında bilhassa Eğrikapılı Rasim ile Dedezade Seyyid Mehmed b. Said b. Mustafa en tanınmış hattatlardandır. Ayrıca ileriki sahifelerde bahsedeceğimiz meşhur Yesari Mehmed Es’as Efendi da Katibzade’den icazet alanlar arasında bulunmaktadır.
Tabipliği cihetiyle “Reisü’l-etibba, Reisü’l- etibba-i şehriyari” gibi lakaplarla anılan hattat, güzel yazı sanatında da “İmadu’r Rum” yani “Anadolu’nun İmadı” lakabıyla meşhur olmuştur. Böyle anılmasının sebebi İmad ile mukayese edilmesinden ileri gelmektedir. Yani İmad İran’da nasıl meşhur olmuşsa, Katibzade de o şekilde Türkiye’de meşhur olmuş ve nesta’lik yazıyı onun kadar maharetle yazmış ve hattatlar arasında bu unvana layık görülmüştür.
O, bu yazıda kendinden sonra teessüs edecek olan Türk nesta’lik üslubunun öncüsü sayılır. Yazıları dikkatle tedkik edilirse harflarinde Türk üslubunun belirtileri sezilir. Bilhassa bu husus “dal, mim ve vav” harflerinde barizdir.ayrıca uzatılma kabiliyeti olan harflerin mesafelerindeki ayniyet, yani ölçülerinin aynı oluşu ile aşağıya inişlerindeki mesafelerin takriben aynı ölçüler dahilinde bulunuşu da kendisinden sonra kat’i kaidelere sahip olacak olan Türk nesta’lik yazısını hatıra getirir. Yukarıda bahsettiğimiz Şeyhülislam Seyyid Mustafa Efendi Çeşmesi ‘nin kitabesi de bu sözlerimizi teyid etmektedir. Kitabede hattatın imzası, harici tesirler dolayısıyla okunamaz duruma gelmek üzeredir. Tarihi 1152/1739’dur. Kısaca söylemek lazım gelirse bu yazıda Türk zevki, onun ile yavaş yavaş kendini hissettirmeğe başlamıştır.
Şiir ile de meşgul olan hattat önce Said sonra da Refi mahlasını kullanmıştır. Şairlein hayatından bahseden Ramis Tezkiresi’ne göre Katibzade, tasavvufa da meyletmiş olup Gülşeni tarikatine mensuptur.

Kazasker Mustafa İzzet Efendi [1216-1293 / 1801-1876]
Çok taraflı yani yüksek makamlara erişen, musikişinas, bestekar, şair ve en önemlisi kudretli bir hattat olan Mustafa İzzet Efendi, Osmanlı hat tarihinde kendine has bir yola ve şiveye sahiptir. Sesinin güzelliği dolayısıyla daha çocuk yaşta Sultan II. Mahmud'un dikkatini çekti ve sarayın himayesinde yetişirken aynı zamanda Çömez Mustafa Vasıf'tan aklam-ı sitte; meşhur Yesarizade Mustafa İzzet Efendi'den de nesta'lîk dersleri alarak yazı sanatını geliştirdi.
İzzet Efendi, aklam-ı sitte, celî sülüs ve celî nesta'lîk yazılarda çok kıymetli bir sanatkardır. Nesih yazıyı hayatının her devresinde güzel yazmıştır. Üstad hattat, yazı uzmanı Necmeddin Okyay'ın ifadesine göre “Nesih yazılarında kelebek uçuşlarının tatlı ve yumuşak bir görünüşü vardır. Harfler ve kelimeler adeta uçar vaziyettedir. Gerçi ayrı bir yol gibi görünseler de şahanedirler.”
Bir ara Sultan Abdülmecid'e yazı dersleri verdiği sırada onun emrine uyarak Mahmud Celaleddin ekolüne meyletmek zorunda kalınca celî sülüs yazısında klasik üsluba biraz aykırı görünen bir renk belirdi. Bu fark Mustafa Rakım ile Mahmud Celaleddin arasında bir yola dönüşmüştür. Aklam-ı sitte ve nesta'lîkte ise klasik yoldadır. Hattatın eserleri arasında 11 Kur'an, 30'dan fazla En'am, 10'dan fazla Delâil, 200'den fazla hilye ve sayısız kıt'a ve murakka vardır. Ayrıca ince nesta'lîk ile bir Kur'an ve bir Delâil yazmıştır. Ayasofya Camii'nde 8 adet büyük levhası vardır.

Kevkeb Mehmed Efendi
Anadolu’dan İstanbul’a gelerek Hafız Osman’dan yazmış ve sonra Edirne’ye yerleşip ilerideki nesillere hocalık edecek talebeyi yetiştirmiştir. Yazıları üstadı kadar işvelidir. 1717′de vefat etmiştir.

Kıbrısizade İsmail Hakkı Efendi [1200-1279 / 1785-1862]
Tersane Emin Hacı Ağa adında bir şahsın oğlu olan İsmail Hakkı Efendi İstanbul’da doğdu. Medrese eğitimi gördükten sonra ilmiye sınıfına ayrıldı ve 1220/1805’te öğretim hayatına atıldı. 1258/18422de Selanik; 1268/1852’de Bursa kadılığında bulundu. Gençliğinde güzel yazıya merak ederek Yesarizade Mustafa İzzet Efendi’den nesta’lik’i meşketti. İsmail Hakkı Efendi, Sami Efendi gibi ünlü hattatın ilk nesta’lik hocasıdır. Yetiştirdiği öğrencilerinden biri de Çarşambalı Hacı Arif Bey’dir.

Kirişçi Yahya bin İsmail
İstanbulludur. Ünlü hattatlarımızdan Hafız Osman’dan ders görmüş ve onun vefatı üzerine Yusuf Mecdi Efendi’den icazet almıştır. Sanatında pek mahir ve üstün hafızaya sahip olduğu ve 1759 yılında vefat edip Yenikapı dışında defnedildiği biliniyor.

Mahmud Celaleddin [ö. 1245 / 1829]
Gururu yüzünden hocasız yetişen ve aklam-ı sitte'de eski üstadların (Şeyh Hamdullah ve Hafız Osman) eserlerine bakarak kendini yetiştiren sanatkar, kabiliyeti sayesinde birinci sınıf bir hattat ve aynı zamanda celî sülüs'te bir ekol sahibi olmuştur. Nesih'te önceki büyüklerden, yani daha ziyade Şeyh Hamdullah'ın yazılarından ilham almıştır. Sülüs ve celî sülüs'te kendine mahsus bir yolda yürümüştür. Necmeddin Okyay'ın ifadesine göre, eğer Mahmud Celaleddin, aklam-ı sitte'de klasik üslubu takip etseydi, yeryüzünde ne Hafız Osman'ın, ne de Rakım'ın adı kalırdı.

Mahmud Defteri (Nazlı Mahmud Çelebi) [ö. 953 / 1546]
Kanuni Sultan Süleyman devrinde defterdarlık yapmıştır. Eyüp'te Defterdar İskelesi'nde küçük bir cami yaptırmış, kitabesini de kendisi yazmıştır.

Mehmed bin Mustafa [ö. 1153 / 1740]
Mehmed-i Bursevî, sülüsü Kürdzade İbrahim Efendi’den öğrenmiş, icâzet-nâme almış, İstanbul’a geldikten sonra devrin büyük ustası Hâfız Osman’dan da yazının inceliklerini elde etmiştir. Yazıda bazı eksiklerine kusurlarına rağmen Mustafa Râkım ile kemâl devrine erecek olan celî sülüs’ün öncülerindendir. Sarayda aynı zamanda yazı hocalığı yapan sanatkâr Üsküdar’da Yeni Vâlide Sultan Câmii ile bitişiğinde III. Ahmed’in anası Gülnüş Emetullah’a ait üstü açık türbenin yazılarında ve İstanbul’da Dâmad İbrahim Paşa Dârülhadîsi’nin kitâbesinde bütün ustalığını göstermiştir.
Türbedeki yazılarda bazı harfler, yazılışlar ve duruşları bakımından fazla olgunluk göstermez. Bundan da hattatların celî sülüs’te pek iri olarak yazılan harflerde henüz tam bir şekilde estetik ölçülere uyamadıklarını görüyoruz. Halbuki Dârülhadis’in kitâbesinin yazıları daha küçük olduğu için buradaki harflerin duruşları ve estetiği meydana getiren unsurlardan biri olan hendesî ölçüleri çok güzeldir.


Mehmed Emin Bey [1171-1254 / 1757-1809]
Sadrazam Yağlıkçızade Mehmed Emin Paşa’nın oğlu olan Emin Bey, medrese bilgilerini okuyarak yetişti. Ayrıca edebiyatla ve astronomi ile meşgul oldu. Nesta’lik derslerine devam ettiği Es’ad Yesari’den icazetname aldı. Babasının sadrazamlığı sırasında medresede ders verdi. Sırayla yükselerek Edirne ve Mekke rütbesiyle vazife gördü. 1880’de fiilen İstanbul kadılığına yükseldi. 1806’da fiilen Anadolu sadaretine getirildikten sonra 1809’da vefat etti. Kabri Eyüp Camii civarındadır.
Kudretli bir ta’lik hattatı olduğu Son Hattatlar’a fotoğrafı konulan bir kıt’adan anlaşılmaktadır. Kıt’anın aslı Ekrem Hakkı Ayverdi koleksiyonundadır.

Mehmed Nazif Bey [1262-1331 / 1846-1913]
Aslen Kırım'lı olup bugün Bulgaristan'a bağlı olan Rusçuk'ta doğan Hacı Mehmed Nazif Bey, babası Mustafa Efendi ile İstanbul'a geldikten sonra Enderun-ı Hümâyûn'a girdi ve orada hat hocası Burdurlu Hafız Abdulahad Vahdeti ve Şefik Bey'den aklam-ı sitte; kırk yaşından sonra da, hayranı olduğu Sami Efendi'den celî sülüs, ta'lîk ve dîvânî yazılarını öğrendi. Erkan-ı Harbiye-i Umumiye (Genel Kurmay) Harita Dairesi hattatlığında çalıştı. O devirde basılan haritalarda, yer doldurmak için uzatılan kelimeleri, yer adlarını yazmaktaki başarısıyla tanındı.
Nazif Bey kuvvetli bir hattattı. Aslında XIX. yüzyılın üç büyük hattatı Mehmed Şevki, Sami ve Nazif adeta üçlü ekoldür ve bütün yazıları en ideal, kamil ve olgun bir seviyede yazmışlardır. Onlar Osmanlı-Türk hattatlığının hülasasıdır. Necmeddin Okay'ın dediği gibi “Şevki Efendi, sülüs ve nesih'te; Sami Efendi, celî sülüs ve nesta'lîk'te hüsn-i hattın (güzel yazının) heykelini dikmiştir. Nazif Bey de Sami gibi aklam-ı sittede ve celî sülüs'te Mustafa Rakım üslubunda yazmışsa da sülüs ve nesihlerinde o kadar güzel bir şive vardır ki bunların içinde büyük hattatların hepsinin zevki gizlidir.” Nesta'lîk yazısı da Yesarizâde üslubundadır.
Sami ile Nazif çok yakın arkadaş gibiydiler. Bir gün Sami, Nazif hakkında hattat Fehmi'ye “Allah, Nazif'i yazı için yaratmıştır.” demiştir.
Üstad Necmeddin Okyay, Nazif'in sanatı için şu sözleri söyler: “Güzel sanat anlayışı zevkiyle öyle bir şiveye sahiptir ki altında imzası olmasa da hatla biraz uğraşan bir kimse o yazının Nazif'e ait olduğunu anlar.” Kısaca ifade etmek gerekirse Nazif'in ilerlemesinde Sami Efendi'nin rolü büyüktür. Bunu Nazif Bey bizzat, bir yazı dostu olan Evranoszâde Sami Bey'e şöyle itiraf etmiştir: “Ben Sami Efendi'ye mülaki olduktan sonra esrar-ı hatta vakıf oldum.”
Taşa geçirilmiş celî kitabeleri: Yıldız Camii avlusunun köşesindeki saat kulesi (ta'lîk), Yıldız Orhaniye Kışlası kapısı (sülüs ve nesta'lîk), Üsküdar'da Baytar Mektebi (Haydarpaşa Hastanesi'nin Üsküdar tarafındaki bina) ve karşısında şimdi askeri garaj olarak kullanılan eski Istabl-ı Amire binası (Yesarizâde'ninkiyle beraber nesta'lîk), Fatih Camii haziresinde Hocası Sami Efendi'nin kızı Saadet Hanım'ın mezar taşı (sülüs).

Mehmed Rıfat Efendi
1857 tarihinde İstanbul’da doğan Mehmed Rıfat Efendi, Fatih dersiamlarından Harputlu Mehmed Ali Efendi’nin oğludur. Sekiz yaşında iken babası vefat etmiş, ailece çekilen zaruretler içinde yetişmiştir. Pek küçük yaşta yazıya heves eden ve kömür tozundan mürekkep, ısırgan otunun saplarından kalem ve midye kabuklarından hokka yapan Mehmed Rıfat Efendi, daha çok mezar taşları kitabeleri yazarak geçimini temin edermiş. Mahmud Kemal İnal, Son Hattatlarda O’nun kazandığı parayı annesine verip biriktirdiğini bu suretle ev bile satın aldığını yazmaktadır.

Mehmed Salih (Çemşir Hafız) [ö. 1236 / 1820]
Elinin kuvvetli oluşundan ağaçların en sağlamı şimşire benzetilen ve bu yüzden “Çemşir Hafız” olarak ün salan hattat, 454 adet Kur'an yazmakla ün kazanmıştır. Gayet olgun bir yazıya sahiptir. Atmeydanı'nda ve Yenibahçe'de iki çeşmenin üzerindeki yazılar onundur. Daha ziyade nesih yazıyla uğraşmıştır. Nesih'te, Rakım ve İsmail Zühdî (Yeni Zühdî); sülüste de gene ikinci hattat gibidir.

Mehmed Şefik Bey [1235-1297 / 1820-1880]
Önceleri hocası Kazasker yolunda iken son zamanlarında Mustafa Rakım Ekolü'ne dönmüştür. Hattat padişah Abdülmecid’in Sakız Adası’nda yaptığı caminin levhaları bu zatın idi (Şimdiki durumu hakkında bilgimiz yoktur). Ayrıca 1271-1854/1855’te Bursa'da vuku bulan zelzelede harap olan Ulucami’nin duvarlarında eskiden yazılmış olan yazıların tamiri ve yeniden bazı levhaların yazılması için oraya gönderildi. Üç buçuk yıl Bursa’da kalan sanatkar camideki eski yazıları tamir ettiği gibi yeniden bazı yazılar da yazdı.
Şimdi İstanbul Üniversitesi olan eski Harbiye Nezareti’nin dış kapısı üzerindeki “Daire-i Umur-i Askeriye” ve onun iki tarafındaki Fetih Suresi’nin ayetleri ve aynı kapının iç tarafında iki yandaki celi sülüs yazılar da onun tarafından yazılmıştır. Bu iki yazının ortasında Kazasker’in dört satırlık celi ta’lik’i vardır. Hepsinin yazılış tarihi 1282/1865-1866’dır.

Mehmed Şevki Efendi [1245-1304 / 1829-1887]
XIX. yüzyılın en büyük sülüs ve nesih yazı hattatlarından olan ve daha ziyade Şevki Efendi adıyla tanınan bu büyük usta aklam-ı sitte'yi önce dayısı Mehmed Hulusi Efendi'den [ö. 1291/1874] meşk ederek daha on iki yaşında iken icazetname aldı. Kendisinde kabiliyet gören dayısı, “Yazıyı ben bu kadar öğretebilirim, seni Kazasker Efendi'ye götüreceğim, ötesini ondan ikmal edeceksin.” demesi üzerine o da “Bana sizden başka hoca lazım değil.” diyerek hocasının ayağına kapanmış, elini öpmüş. Hocası da ona “Asrın feridi (çağın en üstünü) olasın.” diye duada bulunmuş. Şüphe yok ki birçok kimsenin de inandığı gibi bu duanın etkisi görülmüş ve Şevki, daima terakki halinde olmuştur.
Bundan sonra Şevki Efendi, çalışmalarına, eski ustalardan Hafız Osman, İsmail Zühdî (Yeni Zühdî) ve Mustafa Rakım gibi büyüklerin eserlerine bakarak sürdürdü ve sonunda Hafız Osman Ekolü'nün bir şubesini kuracak dereceye yükseldi. Son derece dikkatli ve itinalı bir karaktere sahipti. Bu özellikleri yazılarına da aksetti, nesih ve sülüs'te aynen Hafız Osman ve Rakım gibidir. Sanat hayatının her devresinde aynı güzelliği korumuş ve Rakım'ın Tophane'de Nusretiye Camii ile Fatih'te Nakşıdil Sultan Türbesi'ndeki celî sülüs yazılarını göz önünde bulundurarak onları sülüs olarak aynı güzellikte yazmıştır. Bu husus, öğrencilerine 1280/1863'ten sonra yazdığı meşklere koyduğu tarihlerden anlaşılmaktadır. Özellikle 1290/1873 yıllarından sonraki nesihleri ile bu yazının heykelini dikmiştir dense yeridir. Şevki Efendi, eski sülüs yazılarında aynı kudrette değildir. “Ve minkum sâbikun bi'l-hayrâti biiznillâh” ayetini hâvî bir levhası Aksaray Vâlide Camii'ndedir. Bir hilyesi de Topkapı Sarayı'ndadır.
Şevki Efendi'nin en tanınmış öğrencileri Filibeli Hacı Arif [ö. 1327/1909] ve Mehmed Hulusi [ö. 1326?/1908?] Efendi'lerdir.

Mehmed Vasfi (Kebecizade) [ö. 1247 / 1831]
Devrinin hoca hattatlarındandır. Sultan II. Mahmud'a hocalık eden hattatlardan biri olan sanatkar, çok öğrenci yetiştirmiş ve çok eser vermiştir. Kaynaklar, onun 1181/1767'de icazet aldıktan sonra 20 Kur'an, 150 kadar Delâil ve En'am, 1150 kadar duaname, 250 kadar Hafız Osman'ı takliden hilye, 230 kadar murakka, 3000 kadar da kıt'a yazmış olduğunu bildirir. Aklam-ı sitte'de Hafız Osman ekolüne bağlıdır. Çırakları çoktur. Sülüs ve nesih'te kendine göre olup fazla üstün değildir.

Mustafa bin Nasuh
Selanik'ten yazı öğrenmek için geldi. 910/1504 tarihli bir Kur'an'ı Manchester'da John Rylands Library'de 705 numarada kayıtlıdır.

Mustafa bin Süleyman [ö. 1157 / 1744]
Hakkında fazla bilgimiz olmamasına rağmen yazıyı Hocazâde Ahmed Efendi’den öğrenmiş olan Mustafa’nın celî sülüs’te muhteşem bir hattat olduğunu, I. Mahmud’un İstanbul’da Tophâne semtinde yaptırdığı büyük çeşmenin üstündeki kitâbeden anlıyoruz. Şâir Nahifî ‘nin kaleminden çıkan kitâbenin şiiri çeşmenin etrafını çevirir. Hattat, bu şiiri istifsiz (kompozisyonsuz) yazmıştır. Celî sülüs’ün inkişâf devrinde yazılmış olan bu kitâbe, zamanın en güzel yazı nümûnelerindendir. Harfler, birbirinin aynı olup duruşları itibariyle fevkalâde tatlılık ve yumuşaklı arz eder. Mesela Mehmed-i Bursevî ‘nin bazı harflerinin duruşlarında bir sertlik bulunmasına mukâbil Mustafa b. Süleyman’ın harflerinde buna rastlanmaz. Hattatın adı geçen çeşme için yazdığı kitâbenin son beyti ve tarihi şudur:
Dedi bu çeşme-i zîbâya Nahîfî târih / Râh-ı Hakk’da hasenât eyledi Sultan Mahmud

Mustafa Dede [ö. 945 / 1538]
Babası Şeyh Hamdullah'tır. Aklam-ı sitte'yi ondan öğrenmiş, babasının vefatı üzerine Abdullah-ı Amasi'ye giderek ve babasının yazılarını inceleyerek yazısını geliştirmiştir. Oldukça yetenekli bir hattat olan Mustafa Dede, Anadolu'da yedi büyük hat üstadından biri olarak sayılmaktadır. Aklam-ı sitte'de babası gibidir. Bir Kur'an'ı İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'nde A.6566 numaradadır.

Mustafa Eyyubi (Suyolcuzade) [ö. 1091 / 1680]
İstanbul'da Eyüp semtinde doğmuş olan hattat, Ömer adında birinin oğlu ve Türk hattatları hakkında Devhatü'l-Küttâb adlı önemli bir eser yazmış olan Suyolcuzâde Mehmed Necib Efendi'nin dedesidir. Hattatlar arasında Suyolcuzâde diye anılır. Önce Dede adında birinden, sonra da ünlü Büyük Derviş Ali'den aklam-ı sitte'yi öğrenerek icazetname aldı. Kuvvetli bir hattat idi. Hocası Derviş Ali'nin müsaadesiyle Hafız Osman'a hocalık etmiştir.
Elliden fazla Kur'an, yüz kadar En'am, evrâd ve birçok murakka ve kıt'a yazan sanatkarın kabri Eyüp'te Kazasker Ârif Efendi Medresesi karşısındadır. Mezar taşını torunu yazmıştır. Ölümü üzerine Şeyh Himmetzâde Abdullah Efendi şu târihi söylemiştir:
Olmadı mâ-i hayatından Suyolcuzâde sîr. [1097/1686]
Osmanlı hattatlarının büyüklerindendi. En tanınmış öğrencisi Hocazâde ve Karakız lakabıyla tanınan Mehmed Enverî Efendi'dir. Son büyük hattatlardan Kamil Akdik, onun yazılarını Şeyh'e nispet ederdi.
Mustafa Eyyubî'nin son devre yazılarını Şeyh'in yazılarından ayırmak güçtür. Çağımızın büyük hattatı Sami Efendi, Hafız Osman'ın ondan çok şey elde ettiğini söyler ve ayrıca ilave eder: “Benim itikadımca Hafız Osman, Mustafa Eyyubî ile tanıştıktan sonra yazının sırlarına vakıf olmuştur”. Mustafa Eyyubî; bu ustalığı yüzünden bazen Kamil Efendi'yi bile yanlış karara sevk etmiştir. Hatta bir defasında M. Eyyubî'nin bir karalamasını Şeyh'in zannetmesine sebep olmuştur.
İmzasına bir örnek: Ketebehû el-hakîr Mustafa el-Eyyubî.
Hattatın Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nde 83 numarada 1163/1750 tarihli bir Kur'an'ı vardır.

Mustafa Rakım [1171-1241 / 1758-1826]
Hat sanatımızın en büyük ustalarından biri sayılan Mustafa Rakım 1757 yılında Ünye’de doğmuştur. Babasının ismi Mehmed’dir. Çocuk yaşta İstanbul’a gelmiş ve ağabeyi İsmail Zühdi ile beraber hat sanatında kendini yetiştirmiştir. Nihayet Sultan II. Mahmud’a yazı hocalığı yapacak kadar kendini ispat eden Mustafa Rakım Efendi daha sonra Anadolu Kazaskeri de olmuştur. Padişahlar için çektiği tuğralar pek meşhurdur. Tuğra, Mustafa Rakım ile son şeklini almış gibidir. 1828 yılında İstanbul’da vefat eden bu büyük usta İzmir, Edirne, Mekke ve İstanbul kadılıkları gibi büyük ilmi yetenek isteyen önemli görevler de üstlenmişti. Mustafa Rakım’ın eserleri bugün pek büyük değer taşımakta ve çektiği tuğralara paha biçilememektedir.

Mustakimzade Süleyman Sadeddin [ö. 1202 / 1788]
23 Şevval 1202 (Miladi 1788) tarihinde vefat eden Müstakimzade büyük hat kitaplarımızdan Tuhfe-i Hattatin’in yazarıdır. 1718 yılında İstanbul’da doğmuştur. Babası Müderris Hacı Mehmed Müstakim Efendi’dir.
Pek mahir, çalışkan, iyi huylu, tasavvuf erbabı bir zat imiş. Meşhur eseri Tuhfe’de 375’i talik hattatı olmak üzere 2097 hattatın adlarının alfabetik sıraya göre yer aldığını bildiren Şevket Rado, O’nun yüzyıllar boyunca gelmiş geçmiş bunca hattatın hayat hikayesini nasıl toplamış olduğunu anlayamadığını bildirmektedir. 150’den fazla esere imza attığı bilinen Müstakimzade’nin kabri Zeyrek’te Soğukkuyu Camii mezarlığındadır.

Nafi Efendi
Mevlana soyundan Derviş Mustafa Efendi’nin oğlu olan Mehmed Abdunnafi Efendi İstanbul’da doğdu. Babası ve diğer ilim ve sanat adamlarından dersler alarak yetişti. Devletin yüksek kademelerinde vazife gördü. Son derece dindar, halis niyetli, zarif, çalışkan ve terbiyeli bir insandı. 1858 tarihinde İstanbul’da vefat etti. Kabri Eyüp’tedir.

Nazif Bey [1263-1332 / 1846-1913]
Bütün yazılarda olduğu gibi celî sülüs’te de usta bir hattat olan Nazîf Bey, Meşhûr Sâmî Efendi’ye intisâb ederek yazının inceliklerini öğrendi ve onun derecesinde yazı yazmaya muvaffak oldu. Hattât Sâmî Efendi, onun yazılarının güzelliği karşısında “Allah, Nazîf’i yazı yazmak için yaratmıştır.” demiştir.
Erkân-ı Harbiye Matbaası’nda vazifeli iken hazırlanan haritalar üzerine yazdığı yazılar pek sanatkârânedir. O, yazıya o derecede hâkim idi ki bazen hiç kamış kalem kullanmadan celî sülüs bir yazı yazabilirdi.
İstanbul’a Yıldız’a Orhaniye Kışlası’nın kitâbesi ile Yakacıkta bir çeşme üstündeki yazılar, kendisi tarafından yazılmıştı. Bundan başka hattatın birçok mezar taşı da yazdığını ilâve edelim.

Ömer Vasfi (Laz Ömer) [ö. 1240 / 1824]
Trabzon'lu olan hattat, Laz Ömer diye meşhurdur. Önce Hafız Yusuf; sonra da Yamakzâde Salih Efendi'den aklam-ı sitte yazılarını öğrendi. Enderûn-ı Hümâyûn'da yazı hocası olarak vazife gördü. Habib, onun Cezayirli Hasan Paşa'ya yazdığı eşsiz Kur'an'ın Kahire'de Mısır hazinesinde olduğunu bildirir. Çok öğrenci yetiştirmiştir. Kasımpaşa'da kışla içindeki camiin, kışla kapılarının ve o çevredeki Hasan Paşa Çeşmesi'nin celî yazıları onundur.

Ömer Vasfi Efendi [1297-1347 / 1880-1928]
Tophane’li Ömer Vasfi Efendi, Hırka-i Şerif Camii Hatibi Eyüp Sabri Efendi’nin oğludur. 1880 tarihinde doğmuş 1928 tarihinde vefat etmiştir.
Devrinin en tanınmış hattatları olan Kadri Efendi, Aziz Efendi, Kamil ve Sadi Efendi’lerden dersler alarak yetişmiş, babasının vefatı üzerine Hırka-i Şerif Camii hatipliğine tayin olunmuştur. Vefatına kadar bu görevi sürdüren Ömer Vasfi Efendi’nin kardeşi Neyzen Ali Efendi de ünlü bir hattat idi. Uğur Derman ‘’Kardeş İki Hattatımız’’ isimli eserinde Ömer Vasfi Efendi’nin son devrin şaheserleri arasında sayılan kıymetli istiflerinin olduğunu bildiriyor.

Pir Mehmed bin Şükrullah [ö. 988 / 1580]
Şeyh Hamdullah'ın damadı Şükrullah Halife'nin oğlu olan hattat, İstanbulludur. Şeyh üslubunu babasından öğrenerek icazetname aldı. Ayrıca Şeyh'in oğlu Mustafa Dede'nin yeğeni olması dolayısıyla ondan da ders gördü. Birçok Kur'an yazmıştır. Mustakimzade, Tuhfe adlı eserinde; onun, ölümünden otuz yıl önce yazdığı bir Kur'an'ını Süleymaniye Camii'ne hediye ettiğini bildirir. Emir Buhari civarındaki kabristanda yatan Bostânî Mustafa Efendi'nin mezar kitabesi onundur.

Ramazan bin İsmail [ö. 1091 / 1680]
İstanbullu olan Ramazan Efendi, Abdullah b. Cezzar'dan [ö. 1075/1663-4] güzel yazı öğrendi ve icazetname aldı. Ramazan Efendi, Has Odabaşı Çarşısı yakınında Yaylak Camii'nin imamıydı. Prensip sahibi bir insandı; çalışmasını sona erdirmedikçe, ziyaretçilerden gelen vezir dahi olsa kimseyi kabul etmez, dışarıda bekletirdi. Yüksek mevki sahipleri kendisini ziyaret etmekten zevk duyarlardı. Yazılarında Nefeszâde'ye benzeyen tarafları olan hattat, Şeyh Hamdullah üslûbunu tamamıyla temsil eder kudrettedir. Yani yazıları Şeyhânedir. Kaynaklardan Tuhfe, onun dört yüz Kur'an yazdığını bildirir. Oğlu Hüseyin b. Ramazan da hattattır. Yazıları adeta babasından daha güzel yazmış intibâını verir.
Ramazan Efendi, Kadir gecesinde [1091/1680] vefat etmiştir. Ne garip bir tevafukdur ki ebced hesabına göre Ramazan kelimesi 1091 tarihini göstermektedir. Mezarı, Yenikapı Mevlevihanesi'nin dışında sol taraftadır.
En meşhur öğrencisi Abdurrahman (Çinicizade) Efendi'dir [ö. 1137/1724].
İmzalarına iki örnek: Harrarehû el-fakîr Ramazan gufire zunûbehû. Ketebehû Ramazan b. İsmail.

Receb bin Mustafa [ö. 958 / 1551]
Topkapı Sarayı'nda Y. 869 numarada bir En'am'ı vardır, yazısı güzeldir.

Sami Efendi [1253-1330 / 1838-1912]
İstanbul doğumlu olup Yorgancılar Kethüdası Hacı Mahmud Efendi'nin oğludur. İlk yazılarında Yorganîzâde diye imza atmasının sebebi budur. XIX. yüzyılda bilhassa celî sülüs ve celî ta'lîk'te rakipsiz bir sanatkardır. Sıbyan okulundan sonra maliye kalemine girdi. Divân-ı Hümâyûn nâmenüvisliği ve Nişan Kalemi vazifelerinde bulunduktan sonra 1327/1909'da emekliye ayrıldı.
Sami Efendi herkesin karşısında saygıyla eğileceği büyük bir hattattır. Celî yazı onunla tamam oldu dense yanlış söylenmiş olmaz.

Seyyid Abdullah (Yedikuleli) [ö. 1144 / 1731]
İstanbul'da Yedikule'de doğduğu için bu adla tanınan hattat, Yedikule Kapısı içinde İmrahor Camii imamı Seyyid Hasen el-Haşimî adında birinin oğludur. 1098/1686'da başvurduğu Hafız Osman'dan aklam-ı sitte'yi öğrenerek 1102/1690'da icazetname aldı ve akranlarına nisbetle çok usta bir hattat oldu. İstanbul ve Edirne saraylarında yazı hocalığında bulunduysa da daha ziyade babasının vazife gördüğü İmrahor Camii imamlığında vazife gören ve aynı zamanda Emir Efendi ismiyle de anılan hattat, hayatında yirmi dört Kur'an yazmıştır ki bunların ikisi III. Ahmed'in emriyle gerçekleşmiştir. Ayrıca bin kadar çeşitli eser (En'am, evrâd, murakkâ ve hilye) yazan sanatkar Hz. Peygamber sülalesinden olduğu için seyyid unvanını taşırıdı.
Sanatında ustaydı. Hafız Osman'ın en ünlü öğrencisidir. Nesih yazısında hocası derecesinde yazmışsa da sülüs yazıda hocasının derecesine ulaşamamıştır. İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'nde üç eseri vardır. Bunlardan biri Kur'an, diğerleri iki adet murakkâdır.
Hattat silsilesi çağımızda Halim Özyazıcı'ya kadar ulaşır.

Seyyid İsmail Nefeszade [ö. 1090 / 1679]
İstanbullu olan ünlü hattat, Gülzâr-ı Sevâb adlı hat hakkında yazılmış olan eserin sahibi Nefeszâde Seyyid İbrahim Efendi'nin akrabası olması dolayısıyla Nefeszâde lakabını almış olmalıdır. Hattatlar kendisini bu lakapla anarlar. Aklam-ı sitte'yi Halid-i Erzurumî'den öğrendi ve icazetname aldı. Önceleri müstakil bir yazı tarzına sahipti; sonra tıpkı Şeyh Hamdullah üslûbunda yazmaya muvaffak oldu. Bu nedenle eserlerini onunkilerden ayırmak zordur. Yazıları az olan, yani az bulunan Nefeszâde, Şeyh ekolünün diğer bir kudretli hattatı olan Mustafa Eyyubî (Suyolcuzâde) ile aynı derecededir. Aklam-ı sitte'yi kemale erdiren Hafız Osman'a ve daha birçoklarına hocalık etmiştir. Şeyh ekolünün büyüklerinden olan hattat genelde şöyle imza atardı: Ketebehû es-seyyid İsmail eş-şehîr bi-Nefeszâde.

Seyyid Kasım Gubari
Diyarbakır’dan İstanbul’a gelip yerleşen Seyyid Kâsım, Şeyh Hamdullah’ın öğrencilerinden Şerif Abdullah adlı birinden aklâm-ı sitte’yi öğrendi. Yazıda çok titiz ve dikkatliydi.
Bir pirinç tanesine gubâr hat ile İhlâs Sûresi’ni yazmak kudretini gösterdiği için Gubâri mahlası ile meşhur oldu. Anlaşıldığına göre celî sülüs’ü kendi kendine ileriye götürdü. İstanbul’da Sultanahmed Camii’nin kitabesini ve yazılarını yazan hattatın bu yazıda zamanın kudretli bir sanatkârı olduğu anlaşılıyor. Câmiin giriş kapısı üstündeki kitâbe, bütünüyle mütâlaa edilecek olursa, dikey harflerin birbiri peşi sıra gâh aralıkla gâh sık ve birbirine paralel olarak dizilişi ve alt satırdaki dikey harflerle aynı sırada oluşu hattatın, celî sülüs yazıyı, mimârî bir eser gibi düşündüğü hissini uyandırır. Dikey harflerin böyle yan yana dizilişleri şüphe yok ki Selçukî devrindeki celî sülüs anlayışının bir devamıdır. Buna rağmen yazılarında, harfleri tek tek ele alıp incelersek onların metin ve azametli duruşlarında hattatın kudretini ve ustalığını buluruz.

Seyyid Mehmed (Şekercizade) [ö. 1166 / 1753]
Manisa'da doğan Mehmed Efendi, Abdurrahman adında birinin oğludur. Babası şekercilikle uğraştığından hattatlar arasında lakabı Şekercizâde'ye çıkmıştır. İmzalarında genellikle Şekercizâde sözünü kullandığı görülür. İstanbul'a geldikten sonra büyük bir sevgi beslediği yazıyı, önce İbrahim Kırımî'den [ö. 1150?/1737?] sonra Yedikuleli Seyyid Abdullah'tan ders alarak öğrendi ve ikinci hattattan icazetname aldı.
Kur'an, murakka ve kıt'alarıyla tanınan hattat, hac farizasını yerine getirdikten sonra Sultan III. Ahmed'in teşvikiyle birkaç yıl Medine'de kalarak Şeyh Hamdullah'ın Ravza-i Mutahhara'ya (Peygamberin mezarı) vakfedilmiş olan Kur'an'ını taklid ederek üç adet yazdı. Kaynaklar bir tane yazdığını söylerse de doğru değildir. Elde mevcut Mushaf'ın son sayfasında üç adet yazıldığı kaydı vardır. Sultan I. Mahmud'a hediye edilen ve hâlen Süleymaniye Kütüphanesi'nde Yeni Cami kısmında 3 numarada bulunan bu eser Osmanlı tarihinde ilk defa resmen bastırılan Kur'an'dır. 1291/1874 tarihinde Sultan Aziz devrinde 70 nüshası aharlı kağıda bastırılıp tezhib ettirilerek devletin ileri gelenlerine hediye ettirilmiştir.
Şekerzâde'nin ilk devre yazıları aynen Şeyh'inkiler gibidir; Sonraki yazıları ise Hafız Osman tarzındadır. Kabri Şeyh Hamdullah'ın mezarı yakınındadır.

Siyahi Ahmed Efendi (Ahmed Siyahi bin Salih) [ö. 1099 / 1687]
Hattan bahseden eserlere göre zamanının İmad’ı olan hattat, nesta’lik’i akrabası olan Tophaneli Mahmud’dan öğrenmiş ve icazetname almış, kendisi de birçok talebe yetiştirmiştir. Siyahi Ahmed Efendi hakkında fazla bir bilgimiz yoktur. En tanınmış talebesi Durmuşzade Ahmed’dir.

Sultan Abdülmecid [Sl. 1255-1378 / 1839-1861]
III. Ahmed ve II. Mahmud gibi Tanzimat devrinin ve yenilik hareketlerinin ilerlemeye başladığı devirde padişah olan Abdülmecid de devlet işleri arasında güzel sanatlardan biri olan hat sanatına merak ederek devrin ünlü hattatı Mahmud Celaleddin’in öğrencisi Tahir Efendi’den aklam-ı sitte ve celi sülüs dersleri alarak yetişti ve icazetname aldı. Daha sonra yine meşhur hattatlardan biri olan Kazasker Mustafa İzzet Efendi’den ders almaya devam ederek ondan da ikinci bir icazetname aldı.
Klasik Osmanlı celisi’ne aykırı bir üslup kuran Mahmud Celaleddin ekolünü takip eden Abdülmecid, genellikle, yazdığı levhaları tezhib ettiririp vezirlere hediye ederdi III. Ahmed ve II. Mahmud kadar yazıda mahir değilse de hat tarihi bakımından önemli bir yere sahiptir. Yazdığı Çehar-yar levhaları kendi zamanında yapılmış olan Dolmabahçe ve Ortaköy Küçük Mecidiye camilerindedir. Ayrıca TSMK ile Arz Odası’nda, TİEM, Vakıf Hat Müzesi, Millet Kütüphanesi, İÜK, Hırka-i Şerif ve Yakacık camilerinde levhaları vardır.

Sultan II. Mahmud [Sl. 1223-1255 / 1808-1839]
Şiir ve musikiye olan sevgisi dışında hat sanatına gösterdiği alâka dolayısıyla hattatları kıskandıracak derecede usta bir hattat olan Mahmud, şehzâdeliği sırasında Kebecizâde Mehmed Vasfi’den [ö. 1247/1831] aklâm-ı sitte’yi meşk ederek1222/1807’de yazdığı bir hilye ile icâzetnâme almayı başardı. Aynı tarihlerde ikide Kur’ân yazan bu sanat sever şehzâde, padişahlığa yükseldiğinde celi’de çağın en büyük hattatı olan meşhur Mustafa Rakım’dan ayrıca ders aldı ve zor bir yazı olan celi’de ilerleyerek hocasına yaklaştı. Hattâ bu yüzden “Sultan Mahmud’un yazılarını onun adına Mustafa Rakım yazıyor” diye bir söylenti vardı. Halbuki TSMK’de bizzat II. Mahmud’un elinden çıkmış tashih görmemiş çalışmalarının mevcudiyeti bu söylentileri yalanlamaktadır. Bununla birlikte şunu söyleyelim ki, hocanın tilmiz’inin yani öğrencisinin gerektiğinde yazısını düzeltmesi veya sâdece fikir vermesi teâmüldendir. Meselâ hocanın talebesine “şu harfi biraz yukarı al” demesi veya kalemle işâret etmesi normal bir ikazdır.
Sultan Mahmud, yazılarını varak altınla siyah, nefti, mavi veya fes rengi gibi koyu zeminlere malakâri denilen teknikle kabartma olarak yaptırır ve muhtelif abidelere, camilere, mekânlara astırırdı. Bu gün elimizde kendisinin (müze, kütüphâne, câmi ve sâir yerlerde olmak üzere) altmıştan fazla celi levhası vardır.
Sultan Mahmud’un iç ve dış gâileler arasında şiir ve musiki yanında hat sanatında gösterdiği bu faaliyeti ve yazdığı eserlerin çokluğunu, onun bu sanata verdiği önemi ve gösterdiği sevgiyi takdir etmemek mümkün değildir.
Mustafa Rakım Ekolü’ne bağlı olan Sultan, celi yazı ile uğraşan Osmanlı padişahlarının en önemlisidir. Eserleri; Topkapı Sarayı, Vakıf Hat Sanat Müzesi, Süleymaniye, Bayezid, Aksara Valide ve Ayasofya Cami’leri TİEM, Millet Ktp. Ve İstanbul Müftülüğü ve Bursa Ulucâmi’dedir.

Sultan III. Ahmed
Memleket meseleleri yanında hattatlıkla da meşgul olan III.Ahmed, sülüs ve celî sülüs’ü devrinin büyük ustası Hafız Osman Efendi, nesta’lîk’i de Veliyüddîn Efendi’den öğrenmiştir. Kendisi için yaptırdığı ııı.Ahmed Kütüphânesi’nde 3652 numarada kayıtlı olan on dört sayfalık celî sülüs ile yazdığı 1136/1723 tarihli bir murakkâı vardır. Bu murakkâ, gerek kabının meşhur müzehhib Ali-i Üsküdârî tarafından yapılmış olması ve gerek III.Ahmed’in en iyi yazılarından bir numûne teşkil etmesi bakımından görülmeğe değer. Padişah bu murakkâı yazdıktan sonra devrin meşhur hattatlarını toplayarak bir meclis tertib etti ve yazılarını onların tetkit ve tenkit nazarına sundu. Yazıların hattatlar tarafından beğenilmesi üzerine devrin iki tanınmış şâiri olan Vehbî ve Nedîm birer şiir söylediler.
III.Sultan Ahmed’in bilhassa celî sülüs üzerinde durduğuna bugün elimizde olan eserleri şehâdet etmektedir. Gerçi Hâfız Osman’ın celî sülüs’ü üzerinde fazla durmuş, yani çalışmış bir kimse değildi. Fakat şüphe yok ki sülüs’teki ustalığı sayesinde celî sülüs yazmak isteyen ve yazan padişaha elinden gelen yardımı göstermiştir. Şüphesiz Hâfız Osman’ın 1110/1698’de vefatından sonra padişah olan III. Ahmed’in celî sülüs’ü öğrenmek hususunda zamanının, Mehmed Bursevî, Mustafa b. Süleyman, Beşir Ağa, Yahya Fahrî gibi meşhurlarından da istifade ettiğini zannediyoruz. Bizce harflerdeki bazı benzeyişler bakımından padişah, Mehmed-i Bursevî ’den istifade etmiş olmalıdır.
III. Ahmed’in Topkapı Sarayı Kütüphânesi’nden başka İstanbul’da câmilerde de levhaları vardır. Gene Topkapı Sarayı Arz Odası kapısı üzerindeki “Besmele” de onun tarafından yazılmıştır. Ayrıca en büyük celî sülüs yazılarından biri Ayasofya arkasında, biri de Üsküdar meydanında bulunan ve kendisi tarafından yaptırılan çeşmeleri üzerinde bulunmaktadır. Bunlardan Ayasofya’nın arkasındakini cephesindeki,
Târîhi Sultan Ahmed’in cârî zebân-ı lûleden / Aç besmeleyle iç suyu Han Ahmed’e eyle duâ
beyti hakikaten hat tarihine geçecek derecede güzel yazılmıştır. Üsküdar’daki çeşme için yazdığı:
Dedi Hân Ahmed ile bile İbrâhim târîhin / Suvardı âlemi dest-i Muhammed’le cevâd Allah
Yazısı ise yukardaki kadar sanatlı değildir. Bunlardan başka yazıları da olan padişahın eserleri devrinin sanat anlayışına uygundur. Onun hat sanatında en mühim yeri, bize Türk celî sülüs yazısının seyrini takip etmeye yarayacak eserler bırakmasıdır.

  
Şevket Paşa
İstanbul’da doğan Süleyman Şevket Paşa, devletin pek çok kademelerinde önemli görevler üstlenmiş, seçkin bir insandı. Sülüs, nesih, rika ve divanide mahir bir hattattı. Arkadaşları O’nun çok cömert, mütevazi,güler yüzlü, kerim birisi olduğu konusunda ittifak etmişlerdi. 24 Şubat 1860 tarihinde vefat edip Eyüp’te Bostan İskelesi’ndeki kabre defnolunmuştur. Terekesi içinde kendi hattı ile yazdığı birkaç Mushaf-ı Şerif çıkmıştır ki Vakanüvis Lütfi Efendi ‘’nesihde dahi yedi tulası var idi’’ diyor.

Şevket Vahdeti Efendi (Mehmed Şevket Vahdeti Efendi) [1249-1288 / 1833-1871]
İstanbul’da dünyaya gelen hattat önce Salih Efendi adında birinden icazet aldı sonra da Kazasker’den istifade ederek yazısını ileriye götürdü. Genç yaşta memuriyet hayatına atıldı ise de dini bilgisini de ihmal etmedi ve Ayasofya Camii’nde verilen dini derslerden icazetname aldı. Tanzimat devrinin meşhur veziri Mustafa Reşid Paşa’nın iltifatlarına nail oldu.
Vahdeti Efendi ayrıca hakkak ve ressam idi. Divani ve celi divani yazıyı meşhur Nasih Efendi’den öğrenmişti. Kendisinin eldeki eserlerinin çoğu celi sülüs’e ait olduğu için biz onu bu bölümde zikretmeyi uygun bulduk. Eserlerinin bir kısmı İstanbul ve Bursa camilerindedir. Bütün bunlara rağmen nazar-ı dikkati çekmiş bir hattat sayılamaz. Yazılarında M. Rakım çeşnisi de sezilir.
Eserleri çoktur. Nuruosmaniye Camii’nde ve Bab-ı Ali’de Nallı Mescid’de “Bilal-i Habeşi” levhaları ile Bursa’da Ulucami’de büyük bir levhası ve Merkez Efendi türbesinda kubbe yazısı onundur. Aklam-ı Sitte’de Hafız Osman, celi sülüs’te de Kazasker yolundadır.

Şeyh Hamdullah
1429 yılında Amasya ‘da doğdu. Babası Suhreverdiyye Tarikatı şeyhlerinden Mustafa Dede ‘dir. Küçük yaşlarda hat sanatı ile ilgilenmiş ve devrin tanınmış hattatlarından dersler alarak yetişmiştir. Kısa zamanda kendine has bir üslup geliştiren ve daha sonraki hattatlar üzerinde derin bir tesir bırakan Şeyh Hamdullah, ‘’Kıbletü’l-Küttab’’ ( Hattatların Kıblesi) diye anılırdı. Sultan II.Beyazıd’a ve çocuklarına hat hocalığı yapmıştır.47 Kur’an-ı Kerim, yüzlerce enam ve pek çok murakka yazan bu büyük usta sülüs ve nesih yazınında mucidi sayılır. 1520 yılında İstanbul’da vefat etmiştir. Kabri Karacaahmet’tedir.

Şükrullah Halife (Şeyh Sinanzade) [ö. 950 / 1543]
Şeyh Hamdullah'ın damadı olup birlikte İstanbul'a gelmişlerdir. Önceleri Şeyh'in hizmetinde bulunmuş, bu arada yazı öğrenmiştir. Kanuni devrinin en çok öğrenci yetiştiren üstadı olarak bilinir. Hocasını takliden yazdığı bir murakka, bir Fetih Suresi ve bir En'am'ı günümüze ulaşan eserleri arasındadır. Vefatında hocasının yanına gömülmüştür.

Tahir Efendi (Mehmed Tahir Efendi) [ö.1262 / 1845]
Mahmud Celaleddin’in en usta çırağıdır. Padişah Sultan Abdülmecid’e hocalık etmiştir. Celi yazıda o derece ustadır ki eselerini hocasınınkinden ayırmak imkansızdır. Hatta bazılarına göre hocasını geçmiştir. İstanbul’da Harem semtindeki Defterdar Camii ile Galata’daki Kapı İçi Camii’nin yazılan eserlerinin en mühimlerindendir.

Teknecizade İbrahim
İstanbullu olan sanatkar hattatlar arasında “Tekneci” lakabıyla meşhurdur. Celî yazıya karşı büyük bir alakası vardı. Aklâm-ı sitte celî’yi Hâlid-i Erzurumî’den öğrendi. Daha ziyade celî sülüsle meşgul olduğu anlaşılan hattatın eserleri şunlardır:
İstanbul’da Hasköy’de IV. Mehmed’in çeşmesi ile Kasımpaşa’da Emin Efendi Köprüsü’nün kitabeleri, Ayasofya Camii’nde Allah, Muhammed dört halife ve Hasan ile Hüseyin’in isimlerini taşıyan 8 levha (ki bunlar şimdi mevcut değildir), Valide Camii’nin (Yeni Cami) yazıları da onundur.
Bunlardan Ayasofya’daki levhaların 1054/1644’te yazıldığı Allah yazılı levhada bildiriliyordu. Eserler 1146/1733’te tamir için yere indirildiği sırada, alınan ölçülere göre yazılardaki elif harfinin genişliğinin 1 karış 8 parmak, boyunun da 25 karış olduğu ve yazıların Semerkand âmâdisi denilen kağıda veya astar üzerine yazıldığı bildirilmektedir. 1265/1849’da Ayasofya’nın onarılması sırasında Teknecizade İbrahim’in levhaları kaldırılmış ve daha sonra Kazasker Mustafa İzzet Efendi tarafından yazılanlar yerlerine konmuştu.
Hattatın, Valide Câmii’ndeki yazıları [1074/1663] bize onun sanatı hakkında bilgi vermeye kafidir. XVII. asrın sonu olmasına rağmen henüz dikey harfler umumiyetle dik ve sertçe durumlarından kurtulamamıştır. Mamafih camiye bitişik “Hünkâr Kasrı” denen binalardaki yazılarda yumuşaklık ve tatlılık göze çarpmaktadır. Bu binanın mehdi hakkında Şâir Âsım tarafından söylenen ve Teknecizade tarafından yazılan yirmi dört beyitlik mehdiye, hat sanatı kompozisyonu bakımından üzerinde durulmaya değer. XVII. asır İznik işi olan koyu mavi çiniler üzerine yazılmış bulunan yazılar ise beyaz renktedir. Hattatın bu yazılara büyük bir ehemmiyet verdiği, yazıların çinilere geçirilişi sırasında İznik’e kadar gidip işe nezaret etmesinden anlaşılıyor. Tuhfe-i Hattâtîn’in kaydına göre yazıların istenilen şekilde çinilere tatbik edilememiş olmasından sanatkar üzüntü duymuştur. Bütün bunlara rağmen diyebiliriz ki bu yazılardan, celî sülüs’ün gittikçe ilerleme kaydettiğini, güzelleştiğini anlıyoruz. Harflerin çoğu ideal güzelliklere çok yakındır. (İdeal güzellik ileride Mustafa Rakım tarafından temsil edilecektir.) Mesela bu yazılarda “re, vav, ye” harflerinin yazılışında son derece muvaffak olunmuştur denebilir. Bir “re” nin diğerinden veya bir “ye” nin diğer bir “ye” den hiç farkı yoktur. Ayrıca harflerin çoğunda tatlı bir görünüş vardır. Adeta bunlarda devrinin sülüslerinin tatlılığını buluyoruz. Bu durum, bir muvaffakiyet sayılmalıdır. Zîra Osmanlı hattatlarının asırlar boyu araştırdığı husus, peşinde koştuğu gaye, celî sülüs’ü aynen sülüs güzelliğinde yazma idi. Teknecizade bu muvaffakiyetine rağmen maalesef kompozisyonda fazla muvaffak olmuş sayılmaz. Ancak yazılarda parça parça güzel kompoze edilmiş yerler vardır.
Şeyh Hamdullah Ekolü’nün büyük ustalarınan olan İsmail Zühdî’yi [ö. 1144/1731] de anmadan geçemeyeceğiz. İstanbul surlarının Marmara Denizi’ne bakan kapılarından biri olan Ahırkapı üstündeki 1135/1722-1723 tarihli kitâbe kendisi tarafından yazılmıştır. Hattat, burada harflerin ve kelimelerin duruşları bakımından Şeyh Hamdullah ile Hafız Osman üslubu arasında görünür.

Tophaneli Mahmud [ö. 1080 / 1699]
İstanbullu olan hattat, aklam-ı sitte’yi Hafız Mehmed İmam’dan nesta’lik’i de Derviş Abdi’den öğrenmiş ve icazet almıştır. Tuhfe-i Hattatin sahibi Mustakimzade Süleyman Sadeddin, onun Şeyh Hamdullah kadar güzel nesih yazı yazdığını kaydeder. Enderun-ı Hümayun’da Sır Katipliği’nde vazifesinde bulunan Mahmud, nesta’lik’in muhallileşmesinde vesile olmuştur. Talebelerinden Siyahi Ahmed Efendi meşhurdur.

Tusuf-i Rumi [ö. 1709]
Sülüs ve neshi yazı biçimlerini Hafız Osman’dan yazmış, 1709 de vefat etmiştir. Usta bir kemankeştir.

 Veliyüddin Efendi (Şeyhülislam Veliyüddin bin Mustafa) [ö. 1182 / 1768]
İstanbullu olan sanatkar, yazıyı Durmuşzade Ahmed’den öğrendi. Nesta’lik’te o derece ileriye gitti ki hocasını geride bıraktı. Devlet idaresinde kadılıklarda bulundu, Anadolu ve Rumeli Kazaskeri ve şeyhülislam oldu.
İlmiye sınıfına mansup olan Veliyyüddin Efendi ayrıca, celi nesta’lik’te de devrinin en büyük üstadı idi. Devhatü’l Küttab müellifi, haklı olarak onunla ilgili şöyle der: “…Nesta’lik’te o kadar terakki göstermiştir ki Mir Ali ve İmad sağ olsalardı ondan meşk alırlardı…” Hakikaten Veliyyüddin Efendi, nesta’lik’te İmad derecesinde bir hattattır. III. Sultan Ahmed devrinin birçok kitabelerini o yazmıştır. Yazılarında harflerin insicamını (yani bir “sin” harfinin diğer bir “sin” den farklı olmayışı) kat’iyyen bozmamıştır. Eserlerinden bir kısmı TİEM’de bulunmaktadır.
Celi nesta’lik yazılarından bazıları şunlardır:
İstanbul’da Şehzadebaşı’nda İbrahim Paşa çeşme ve sebilinin kitabeleri [1132/1719-1720]; Üsküdar’da Ayazma Camii kitabesi [1174/1760]; İstanbul’da Bayezid Camii içindeki kütüphanesindeki “Barekellahu Teala” yazısı.
Son olarak şunu ifade edelim ki Veliyyüddin Efendi, Türkiye’de İmad tesirinde gelişen nesta’lik’te Katibzade gibi ün yapmış biri olup Türk nesta’lik’inin gelişmesinde rolü olan ikinci mühim simadır. Yesari ise her ikisinden daha fazla bir ustalık göstererek onlar gibi, İmad-ı Rum lakabını almakla birlikte ayrıca onlardan daha ileri bir hamle yaparak Türk nesta’lik’inin doğmasında en mühim rolü oynamıştır.

 Yahya bin Osman (Yahya Fahreddin) [ö. 1169 / 1755]
İstanbul'un Tophane semtinde yaşayan Yahya, buradaki Karabaş Tekkesi şeyhi Hüseyin Efendi'nin akrabası idi. Tekkenin bitişiğinde bir hücrede otururdu. Bir gün Tophane'de Kılıç Ali Paşa Câmii'nin celî yazılarını yazmış olan Demircikulu Yusuf Efendi'nin tekkenin ön tarafında bulunan mezarını temizlerken topraklar içinde bulduğu bir kamış kalemi hayra yorarak Ambarîzâde Derviş Ali (II. Derviş Ali ) den aklâm-ı sitte'yi meşk etti. İcazetname alacağı sırada hocası vefat edince onun yerine damadı Hüseyin Hablî b. Ramazan'dan (İpçi Hüseyin) derslerini tamamladı ve Yedikuleli Seyyid Abdullah, Eğrikapılı Mehmed Rasîm, Galata Hocası Mehmed Efendi, Suyolcuzâde Mehmed Necîb, Zühdî İsmail Ağa ve Vefâî Mustafa Efendi gibi bir seçkin hattatlar topluluğu huzurunda 1138/1725'te icazetnâmesini aldı. Merasim esnasında Vefâî Mustafa'nın; “Bu yazıları hocası yazmıştır” itirazda bulunması üzerine Yahya Fahraddin, bunları tekrar yazmaya başlayınca Yedikuleli, meclisi dağıtıp Vefâî'ye; “Behey çelebi! Üstad ile çırak yazısını ayıramaz mısın?” demiş, alaylı gülüşmeler olmuş. Kabri Şeyh Murad Tekkesi karşısındadır.
Yahya, kuvvetli bir hattattır. Aklâm-ı sitte'de Hâfız Osman ekolünün takipçilerindendir. İmzalarını Yahya b. Osman ve Yahya Fahreddin şeklinde atardı. On beş Kur'an yazmıştır. Nuruosmaniye Camii'nin yan kapıları içinde, eşiğin üst başındaki celî sülüs âyetler de onun eseridir.

Yahya Hilmi [1249-1325 / 1833-1907]
1833 yılında İstanbul’da doğan Yahya Hilmi Efendi, Beyazıt’ta kağıtçılık yapan Antepli Dalkılıç Halil Ağa ‘nın oğludur.
Ahmed Haşim Efendi, Haşim Efendi ve Halil Zühdi Efendi’lerden ders alarak yazıda kendini yetiştirmiş ve devrin seçkin hattatlarından olmuştur. Çeşitli devlet memurluklarında da bulunan Yahya Hilmi Efendi 1907 tarihinde İstanbul’da vefat edip Süleymaniye Camii Kabristanı’na defnedilmiştir. Güzel yüzlü, dindar, terbiyeli, alçakgönüllü bir zat olduğu ve ardında pek kıymetli eserler bıraktığı biliniyor.

Yesari Mehmed Esad Efendi (El-Hac Mehmed Yesari Efendi) [ö.1213 / 1798]
İstanbul’da doğmuştur. Babası Kara Mahmud Ağa namıyla tanınan Anadolu Kazaskerliği mübaşirlerinden bir zattır.
Dünyaya sağ tarafı felçli olarak gelen Mehmed Esad, yazıya Seyyid Mehmed Dedezade isimli son derece halim ve selim ve derviş tabiatlı bir hocada başlamış ve kısa bir süre sonra icazet almayı başarmıştır.
Sol eliyle yazı yazdığı halde, hat sanatımızın en büyük ustaları arasına girmeyi başaran Mehmed Esad Efendi bir süre sonra kadılık rütbesine kadar yükselmiş, sarayda yazı hocası olmuştur. Bilhassa Ta’lik yazıda üstad kabul edilen Yesari 1791 yılında oğlu meşhur hattat Yesarizade Mustafa İzzet Efendi ile hacca gittikten sonra 1798 yılında İstanbul’da vefat etmiştir. Kabri Fatih Camii mezarlığındadır.

Yesarizade Mustafa İzzet
Ünlü ta’lik hattatı Mehmed Esad Yesari’nin oğlu olup hicri 1190 tarihinde İstanbul’da doğdu. Ta’lik yazıyı babasından öğrendi. Birçok hocadan icazet aldı. Müderris olarak yetişti. İstanbul ve Anadolu kadılıklarında bulundu. Sonra Anadolu Kazaskerliği payesine erişti. Hicri 1265(1849) tarihinde vefat edip, babasının kabri yanına defnedildiğinde ardında Pek çok eser, aynı zamanda şair ve musıki üstadı olarak da haklı bir şöhret bırakmıştır.

Yusuf (Demircikulu) [920-1020 / 1514-1611]
Karahisârî Dervişi gibi Tophaneli'dir. Bulgaristan'da Sofya'nın güneydoğusunda demir üreten Samaku'da Demirci Ağa diye tanınan birinin kölesi olduğu için Demircikulu lakabıyla anılır. Topçu Ocağı'nda ulufeli Duacılık (aylıklı duacılık) hizmetinde bulundu. Top dökümü sırasında ateş yakılmadan önce ocak başında dua edenlere bu ad verilirdi. Bu vazife, Tophane'deki Karabaş Tekkesi'nin Şeyhlerine tahsis olunmuştu. Babu's-Seâde Ağası Karabaş Mustafa Ağa tarafından 937/1531'de yaptırılan bu tekke şimdi cami olarak kullanılmaktadır.
Suyolcuzâde, Yusuf'un önceleri Abdullah Kırımî'den ders aldığını bildirir. Güzel yazıya büyük bir arzuyla sarılmış olduğu için, sonradan Karahisârî çırağı Derviş Mehmed'e giderek öğrencisi oldu. Vefatında adı geçen tekkenin mezarlığına gömüldü. Kabir taşı ve yazısını önceden hazırlamış, tarihini sonradan Hasan Üsküdarî koymuştur.
Eserlerinden Fatih Camii duvarındaki Fetih hadisi ile Kasımpaşa'da Paşmakçı Ali Dede Tekkesi Mezarlığı'nın penceresi üstündeki Kelime-i Şehâdet yazıları bize kadar gelememiştir. Bugün Tophane'de Kılıç Ali Paşa Camii'nin bütün yazıları onun eseridir ve bütün canlılığı ile ayakta durmaktadır. Aradan yüzyıl kadar geçtikten sonra kabri temizlenirken içinde tesadüfen bir kamış kalem bulan ve bunu müjde telakki ederek yazıya çalışan Yahya Fahreddin XVIII. Yüzyılın usta bir hattatı olmuştur.

Demircikulu, Karahisârî ekolünün son temsilcisidir. Onun vefatı ile bu üslûp yerini Şeyh Hamdullah ekolüne bırakmıştır. Öyle anlaşılıyor ki her ne kadar Yakut'un üslûbu A. Karahisârî'nin elinde daha güzel yazılmışsa da Türk zevki ile uyuşamamış ve kaybolup gitmiştir.